Powered By Blogger

Merhaba!

Başağın Huzur Köşesi'ne hoşgeldiniz. Dileğim, bloğumu bütün izleyenlerin, sayfalarımda huzur bulmasıdır.
Henüz yapım aşamasında olan bloğumda, ilerleyen zamanla birlikte, sizi gün boyu yaşadığınız streslerden uzaklaştıracak, aynı zamanda faydalı bilgiler kazanacağınızı umduğumbir dünyanın kapısı aralanacak.
Hep birlikte, kimi zaman gül bahçelerinde gezine ceğiz, kimi zaman, gurubu seyredeceğiz dalgaların beyaz köpük lerden güller saçtığı sahillerde...
Kimi zaman, türk şiirinin üstad larının mısralarına tutunarak, İstanbul'un ihtişamını bir başka tepeden seyredeceğiz, yorulduğumuzda Faruk Nafiz'in "Hanı"n da konaklayarak duvarlardaki yazıları şişesi is bağlamış bir lambanın ışığında okuyacağız.
Kimi zaman, bir ebru teknesinin üzerine eğilerek rengârenk hayallerimizi seyre dalacağız.
Bir kaç yüzyıllık bir yazma kitabın sayfalarına nakşedilmiş altınlar, kuyumcu vitrininde gördüklerimizden çok kamaştıracak gözlerimizi...
Minyatürlerin zaman tünelinden geçerek "Alice" gibi farklı bir dünyaya adım atacağız. Eski, yeni bir sürü kitabı yeniden keşfedeceğiz birlikte...
Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in hadisi şeriflerini okuyarak şerefleneceğiz, Mevlana'nın özlü sözleriyle tefekküre dalacağız, Yunus Emre'nin mısralarıyla bir kere daha öğreneceğiz dünyaya kavga için değil, sevgi için gel diğimizi...
Kimi zaman örgü örecek, dikiş dikeceğiz. Sevgiler!
































14 Mart 2012 Çarşamba

HAVADAN SUDAN KONUŞMAK



Merhaba sevgili dostlar!
Uzun zamandan beri bloğuma hiçbir şey yazmadığım için bugün kendimi birazcık da olsa bloğumla ilgilenmek zorunda hissettim.
Yayınlarımı önce tasarlayarak, sonra da işlem basamaklarına ayırarak hazırlayan birisi olarak benim için en zor işlerden biri de hazırlıksız, irticalen havadan sudan konuşmaktır. Çoculuğumuzda teyzemin kızı Feriha ile birlikte, çok sevdiğimiz biricik anneannemizin sesini teybe kaydetmeye bayılırdık. Anneanneme: "Anneanne şimdi sesini teybe alacağız, sonra da sana dinleteceğiz. Hadi konuş!" dediğmizde, anneaanemin: "Ne konuşayım?" cevabı bizim için başlangıç cümlesi olurdu.
Yine uzun yaz tatili günlerinden birinde Feriha ile oynarken canımız reç elli ekmek istemişti. Aslında yemekten yeni kalkmıştık. Ama çocukluk bu ya; Annanneme: "İlle de reçelli ekmek isteriz." diye tutturmuştuk. Yaşı yetmişe yaklaşmış olan anneanem yerinden kalkmaya üşenmiş ve: "Daha yeni öğlen yemeği yediniz, ikindide veririm." diyerek bizi başından savmıştı. İkindide reçelli ekmeği kendisine hatırlattığımızda, bize verdiği sözü unutmuş olmalı ki: " Ben öyle bir şey demedim. " diyerek kenara çekilmişti. Bu durum üç-dört gün böyle devam etmişti. İkimiz de henüz çocuk olduğumuz için beş kiloluk reçel kavanozundan reçel almaya çalışırken kavanozu kırmaktan ve reçeli etrafa dökmekten korktuğumuzdan kendimiz almıyorduk. Sonunda Feriha ile birlikte anneannemin sesini teybe kaydetmeye karar verdik. Babamın bir müddet önce almış olduğu kasetli teybi de yanımıza alarak anneannemin yanına gittik ve kendisinden reçelli ekmek istedik. Anneannem de her zamanki gibi:" İkindide vereceğim." dedi. İkindi olduğunda yine anneannemden reçelli ekmek istedik ve bize verdiği sözü hatırlattık.Ancak anneannem yaşlılığın etkisiyle bize verdiği sözü unutmuştu. biz de hemen teybi çalıştırarak bize verdiği sözü ona hatırlattık. Anneannem, o gün ikindide bize reçelli ekmek ziyafeti çekti.
Karnımız tok da olsa, annemin ve Feriha'nın annesi Nahide teyzeminyaptığı reçellerin tadı doyumsuz olurdu. Annem nelerden reçel yapmazdı ki?
Çilek, vişne, şeftali, ayva, incir, gül vs.
Çilek, vişne, şeftali, ayva gibi meyaları tam bollaştıkları mevsimde, halden kasa ile alırdı. Babaannemin evinin bahçesinde kocaman bir incir ağacı vardı. Meyvaları iri ve morkabuklu olur, incirleri biraz olgunlaştığında önce mor olan kabuğu ince çizikler halinde çatlamaya başlardı. Ardından tam ortasından çatlar, çatlak yerinde baloncuk şeklinde balı fışkırırdı. Hem taze hem de reçel olarak tadına doyulmazdı. Öyle bereketli idi ki amcamın çocukları Birten, Erdinç, Kadir ve Feriha bayağı üst dallerına kadar çıkarak meyvalarını toplar, ellerindeki hasır sepetlere doldururlar, ağaca çıkmaya korktuğu için ağacın dibinde onları seyreden bana da sık sık incir atarlardı. Babaannemin bahçesinin inciri mevsim boyunca sürekli meyva verirdi. Öyle ki, yengem, biz, diğer teyzem evimizin reçelini pişirdikten başka, mahalledeki komşulara da tepsi tepsi dağıtılırdı.
Reçellik ve şurupluk gül ihtiyacımızı da babaannemin bahçesindeki, bir yemek tabağı gibi kocaman açan pembe "tabak gülleri"nden karşılardık.

Sevgili dostlar!
Kısacık öğlen tatilimi değerlendirmek için, "Yazacak birşey bulabilecek miyim?" endişesi ile başladığım sohbetimi mesaimin başlamasıyla en tatlı yerinde kesmek zorundayım. Sizlere kendi çektiğim güzel bir gül fotoğrafı ile bugünlük veda etmek istiyorum. Nasip olursa belki yarın devam ederim. Allah'a emanet olun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder