Powered By Blogger

Merhaba!

Başağın Huzur Köşesi'ne hoşgeldiniz. Dileğim, bloğumu bütün izleyenlerin, sayfalarımda huzur bulmasıdır.
Henüz yapım aşamasında olan bloğumda, ilerleyen zamanla birlikte, sizi gün boyu yaşadığınız streslerden uzaklaştıracak, aynı zamanda faydalı bilgiler kazanacağınızı umduğumbir dünyanın kapısı aralanacak.
Hep birlikte, kimi zaman gül bahçelerinde gezine ceğiz, kimi zaman, gurubu seyredeceğiz dalgaların beyaz köpük lerden güller saçtığı sahillerde...
Kimi zaman, türk şiirinin üstad larının mısralarına tutunarak, İstanbul'un ihtişamını bir başka tepeden seyredeceğiz, yorulduğumuzda Faruk Nafiz'in "Hanı"n da konaklayarak duvarlardaki yazıları şişesi is bağlamış bir lambanın ışığında okuyacağız.
Kimi zaman, bir ebru teknesinin üzerine eğilerek rengârenk hayallerimizi seyre dalacağız.
Bir kaç yüzyıllık bir yazma kitabın sayfalarına nakşedilmiş altınlar, kuyumcu vitrininde gördüklerimizden çok kamaştıracak gözlerimizi...
Minyatürlerin zaman tünelinden geçerek "Alice" gibi farklı bir dünyaya adım atacağız. Eski, yeni bir sürü kitabı yeniden keşfedeceğiz birlikte...
Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in hadisi şeriflerini okuyarak şerefleneceğiz, Mevlana'nın özlü sözleriyle tefekküre dalacağız, Yunus Emre'nin mısralarıyla bir kere daha öğreneceğiz dünyaya kavga için değil, sevgi için gel diğimizi...
Kimi zaman örgü örecek, dikiş dikeceğiz. Sevgiler!
































ŞARKI DEFTERİ


ADI KERKÜK’LE BÜTÜNLEŞMİŞ BİR SANATÇIMIZ
                    ABDURRAHMAN KIZILAY


                GURBET

Bir kuş tanıyordum ki baharda,
Salkımlar açan bahçemin üstünde uçar da,
Akşamların ürperdiği bir sesle öterdi.
Besbelli bu iklime yabancı…
………………………………………….
Akşamla yatan köyde sadâlar durulunca,
Mehtaba yakın gölgeli bir nokta bulunca,
Hicranla kısılmış, heyecanlarla boğulmuş
Bir sesle öterdi.
Öttükçe uğuldardı sesinde,
Avare kuşun duyduğu hasret;
Bir bilmediğim kıt’ada, bir dağ tepesinde,
Binbir çölün ardında kalan yurduna dair,
Öttükçe o hasret genişlerdi, duyardım.
Korkunç uçurumlar gibi ruhumda derinlik,
Hergün bir parça yakından sevişirdik;
Ben şair, o şair…
…………………………………………….

                                       Faruk Nafiz Çamlıbel


İlkokula başladığım yıldı (1964); Babam, on tane kırkbeşlik koyduğumuzda hepsini ard arda kesintisiz çalan otomatik bir pikap almıştı.
Okuldan gelir gelmez, hemen pikabı açar, plakların arasından en sevdiğim on tane plağı seçer, pikaba üst üste yerleştirir, anneannem yemeğimi hazırlayıncaya kadar dinlerdim. Seçtiğim plakların arasında bir tane vardı ki hiç değişmezdi: “Aynaya baktım saç beyaz olmuş” Okuyan: “Ahmet Sezgin” Güfte ve beste: “Abdurrahman Kızılay”
Küçücük çocuk kalbimde derin iz bırakmış olan bu türkünün bestecisinin muhteşem sesini ilerleyen yıllarda arada bir radyodan duymaya başladım. Bu ses, Çocukluğumdan beri en çok sevdiğim türküleri “ farklı bir ağızla” okuyordu. Araştırdığımda, eskiden beri Urfa türküsü zannettiğim bu türkülerin aslında Kerkük türküleri olduğunu, bir kısmının Abdurrahman Kızılay’ın kendi besteleri olduğunu, Kızılay’ın türkülerini okuduğu şivenin “Kerkük ağzı” olduğunu öğrendim.
Abdurrahman Kızılay’ın türküleri, beni Kerkük’ü araştırmaya yöneltti. Lisede yakın tarihimizi okurken ne yazık ki bize Kerkük’ü yeterince tanıtmamışlardı. Kerkük’ün aslında Giresun kadar, Kayseri kadar, Edirne kadar bizden olduğunu öğretmemişlerdi. Ben Abdurrahman Kızılay’ı dinleyerek Kerkük’ü tanımaya başladım. Ve istedim ki tanımayanlar da tanısın.
Ancak, Abdurrahman Kızlay’ı anlayabilmek için, önce onun doğup büyüdüğü, havasıyla suyuyla yeşerdiği toprağın; Kerkük’ün hikayesini bilmek gerekir.
Aslında ne Abdurrahman Kızılay gibi muhteşem bir sesi, ne de Kerkük gibi muhteşem bir beldeyi tanıtmaya benim aciz kalemim kifayet etmez. Ben elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım, hatalarım için şimdiden özür diliyorum.
Abdurrahman Kızılay
     Fotoğrafın kaynağı: www.biyografi.net


Kerkük Kalesi
Fotoğrafın kaynağı : turkmenkizi23.blogcu.com

Abdurrahman Kızılay
Fotoğrafın kaynağı: www.haba2001.com
Kerkük, bugün Türkiye’nin güneydoğu komşusu olan Irak’ın sınırları içinde kalmış tarihi bir Türk şehridir.Tarihi M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzanmakta olan Kerkük, Irak’ın kuzeydoğusundadır. Müslümanlar Kerkük ve civarını ilk defa 642 yılında Hz. Ömer’in kumandanlarından İyâz b. Ganm’ın kumandasında ele geçirmişlerdir. Emeviler ve Abbasiler döneminde bölgeye önemli sayıda Türk nüfus yerleşmiştir. Daha önce Büyük Selçuklular, Begteginliler, Abbasiler’n idaresine girmiş olan Kerkük, Moğol istilasından sonra İlhanlı, Celayirli, Karakoyunlu, Akkoyunluların ve Safeviler’in yönetimine geçmiştir. İlk defa 1516 yılında, Yavuz Sultan Selim’in Güneydoğu Anadolu’nun fethi için görevlendirdiği Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bölgedeki Osmanlı-İran mücadelesi sırasında zaman zaman el değiştiren Kerkük 1534 yılında Kanunu Sultan Süleyman tarafından tam olarak Osmanlı idaresine girmiş ve doğudan gelecek saldırılara karşı önemli bir savunma merkezi olmuştur.

1534 Irakeyn seferinin ardından Bağdat fethedilerek Bağdat eyaleti teşkil edilmiş, Kerkük, sancak merkezi haline getirilerek Bağdat eyaletine bağlanmıştır.

Osmanlılar 1918 yılına kadar Kerkük’ü ellerinde tutabilmek için bölgede çetin mücadeleler vermişlerdir.1918 yılı Nisan ayında Tuzhurmatı’da bozguna uğrayan Osmanlı birlikleri Kerkük’e çekilmişlerdir. İngilizler 7 Mayısta Kerkük’ü işgal etmişler, ancak 27 Mayıs 1918’de Osmanlılar şehri İngilizler’den geri almışlardır.28 Ekim 1918’de İngilizler tekrar hücum etmişler, Osmanlılar şehri boşaltarak Altunköprü’ye çekilmişlerdir. Bunların sonucunda Kerkük’te İngiliz idaresi kurulmuştur. 10 Ekin 1922’de İngiliz-Irak antlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma gereğince Irak, İngiltere himayesine girmiştir. Kerkük, Misak-ı milli sınırlarımız içinde olmasına rağmen, 5 Haziran 1926 ‘da Ankara’da İngiltere, Irak, Türkiye arasında imzalanan bir anlaşma ile İngiliz mandasındaki Irak devletine bırakılmıştır.

Kerkük Sancağı, Erbil şehir merkezi, Musul’un çevresi, Telafer Türk topraklarıdır. Ne yazık ki bu toprakların sahibi olan Türkmenler 1926 yılından sonra anasının memesinden koparılmış bir yavru gibi kaderiyle baş başa kalmıştır. Varlıklarını mahrumiyet içinde günümüze kadar sürdüren Türkmenler, çeşitli yönetimler tarafından zaman zaman soykırımlarına maruz kalmışlardır. 1924, 1939, 1946, 1959, 1980 ve 1991 yıllarında Türkmenler unutulması mümkün olmayan acılı günler yaşamışlardır. Bunların arasında 14 Temmuz 1959 tarihinde Kerkük’te uğradıkları katliam, Türkmenlerin yaşadığı en büyük facialardan biridir. 23 Mart 2003’de Amerikan işgali başlar başlamaz Kerkük’teki Tapu ve Nüfus dairesi yağmalanarak Irak’ta varlıkları bin yıldan eskiye dayanmakta olan Türkmenlere ait tapu ve nüfus kayıtları tahrip ve tahrif edilmiştir.

KERKÜK’ÜN FERYADINI DÜNYAYA DUYURAN SANATÇI

Abdurrahman Kızılay, 1940 yılında Kerkük’ün Musalla Mahallesi’nde doğmuştur. Küçük yaştan itibaren müziğe ilgi duymuştur.
İzzeddin Nimet, Reşid Küle Rıza gibi Kerkük’lü ustalardan ders almıştır. Güzel sesi ve müzik kabiliyeti, ünlü Kerkük’lü ses sanatçısı Abdülvahid Küzecioğlu’nun rahle-i tedrisinden geçen Kızılay’ı genç yaşta haklı bir şöhrete ulaştırmıştır.
Mustafa Gökkaya’nın yazmış olduğu Kerkük Marşı’nı bestelemiş olan Abdurrahman Kızılay, ilk türkülerini 1959 yılında Bağdat Radyosu’nda yayınlanan günde yarım saatlik Türkmence Programı’nda okumuştur.
İlk ve orta öğrenimini Kerkük’te tamamladıktan sonra, 1960 yılında Türkiye’ye gelerek Ankara Devlet Konservatuvarı kontrbas bölümünde eğitim almıştır. 1966 yılında Kerkük’e dönmüş, ancak Baas Partisi’nin iktidara gelmesinden bir ay önce tekrar Türkiye’ye gelmiştir.
Irak’ta Baas Partisi’nin yönetimi ele almasından sonra “Türkmence türkü söylediği için yönetim tarafından kara listeye alınmış, Irak’ta kalan ailesine baskı yapılmış kendisinden Irak’a dönüp teslim olması istenmiştir. Ancak Irak’ a dönmeyen Abdurrahman Kızılay Türkiye’de kalmış ve doğup büyüdüğü topraklara otuzbeş yıl hasret çekmiştir.
Abdurrahman Kızılay, Kerkük özlemiyle yanıp tutuşturken en duygu yüklü türküleri söylemiş, en duygu yüklü besteleri yapmıştır. “Kerkük şivesi” onun sesinde en güzel söylenişini bulmuştur. Önce Türkiye’de sonra yurt dışında Kerkük’ü ve Kerkük havalarını tanıtan Kızılay’ın nâmı Türkiye sınırlarının dışına taşmıştır.
Muhteşem sesi, ustalıkla çaldığı udu ve hoyrattan besteye kadar duygularıyla yoğurarak okuduğu her türden Kerkük havaları ile yalnız Türkiye’de değil tüm Türk dünyasında haklı bir şöhrete ulaşmıştır
Ve gün gelmiş, ömrünü yurdunun feryadını çevresine duyurmaya adamış olan Abdurrahman Kızılay’ın adı Kerkük’le, Kerkük adı da Abdurrahman Kızılay’la anılır olmuştur.
Kerkük hoyratlarını okurken, içinde yanan memleket hasreti sesinde buram buram tüten Kızılay, bir daha ancak 2003 yılının Eylül’ünde Kerkük’e ayak basabilmiştir.
“Aynaya baktım şaç beyaz olmuş”, “Altın hızmav mülayim”, “Güler oynarım”, “Yazmalı gelin”, “Esmerim güzel esmer”, “Evlerini önü boyalı direk” “Aç aç kollaruv digel yanıma” “Evlerinde lambaları yanıyor” ve bunlar gibi birçok şarkıya imzasını atmıştır.
Abdurrahman Kızılay, 1974 yılında Türk vatandaşlığına geçmiş ve 1950 ‘li yıllarda Kerkük Kızılayı’na yaptığı gönüllü hizmetlerden dolayı, dostlarının teklifi üzerine “Kızılay” soyadını almıştır. 1970 yılında Ankara’da evlenen Abdurrahman Kızılay’ın iki kızı vardır.
Suudi Arabistan Büyükelçliği’nde Ticari Ataşelik görevinden emekli olan Kızılay,Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa ülkelerinde konserler vermiştir.
Özellikle Türk dünyası müzik camiasında Abdurrahman Kızılay’ın tartışılmaz mümtaz bir yeri vardır. Hocası Avdülvahid Küzecioğlu’ndan devr aldığı bayrağı daha da yükseklere taşımıştır.
Değerli hocamız Abdurrahman Kızılay'ı 13 Aralık 2010 günü solunum yetmezliğinden kaybettik. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. Türk Milleti'nin ve bütün sevenlerinin başı sağolsun.


18.Mart.211'de güncellendi.

                                                                   ♥♥♥♥


Kaynaklar:

“Kerkük” Ahnet Gündüz, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 25/290-292
“Kerkük Türkmen Katliamı (14 Temmuz 1959)” Doç. Dr. Suphi Saatçi wowTURKEY.com
Kerkük Hoyratları ve Manileri, Ata Terzibaşı, İstanbul, 1975

                                                  ♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥







 

YILDIZLI SEMALARDAKİ HAŞMET NE GÜZEL ŞEY
Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey.
Mehtaba bakıp yar ile sohbet ne güzel şey.
Dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken,
Dünyada senin aşıkın olmak ne güzel şey.
Yıldızların altında ibadet ne güzel şey.

Beste: Sadi Hoşses


Sadi Hoşses (1908-1994)
Foto kaynak: www.gittigidiyor.com
 SADİ HOŞSES:19O8 yılında Halep'te doğmuştur. Babasının göervi nedeniyle Anadolu'yu dolaşmış, sonra İstanbul'a yerleşmiştir. Ameli Hayat Yisan Ticaret okulu'ndan mezun olmuştur. Hafız Kemal Bey ve Saadettin Kaynak'la birlikte mevlidhanlık yapmıştır. İstanbul ve Ankara radyolarında 30 yıl çalışmış olan Sadi Hoşses, ses sanatkarlıı, koro şefliği ve eğitimciliğinin yanında Türk Musikisine çok değerli eserler de kazandırmıştır. Bestelerinde neoklasik dönemin şarkı formunu titizlikle uygulamıştır. 1987 yılında İzmir Büyük Şehir Belediyesi Koro Şefliği de yapmış olan Hoşses, 3 Temmuz 1994 yılında ardında ölmez eserler bırakarak vefat etmiş ve İzmir Soğukkuyu Mezarlığı'na defnedilmiştir.

SADİ HOŞSES'İN ESERLERİNDEN BAZILARI:

Ağlamakla inlemekle ömrüm gelip geçiyor
Aşkın ile gündüz gece giryanım efendim
Bağa girdim ay çıktı
Birgün gelecek sen de beni anlayacaksın
Geçti ömrün nevbaharı bülbül olmuş neyleyim
Gülmedi şu bahtım gülmedi gitti
Hicran açmıştır sinede yare
Seni sesini gözlerinin rengini unutabilsem
Şarap mahzende yıllanır aşkın kalbimde yıllanıyor
Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey


                           ------------------------------------------------