Powered By Blogger

Merhaba!

Başağın Huzur Köşesi'ne hoşgeldiniz. Dileğim, bloğumu bütün izleyenlerin, sayfalarımda huzur bulmasıdır.
Henüz yapım aşamasında olan bloğumda, ilerleyen zamanla birlikte, sizi gün boyu yaşadığınız streslerden uzaklaştıracak, aynı zamanda faydalı bilgiler kazanacağınızı umduğumbir dünyanın kapısı aralanacak.
Hep birlikte, kimi zaman gül bahçelerinde gezine ceğiz, kimi zaman, gurubu seyredeceğiz dalgaların beyaz köpük lerden güller saçtığı sahillerde...
Kimi zaman, türk şiirinin üstad larının mısralarına tutunarak, İstanbul'un ihtişamını bir başka tepeden seyredeceğiz, yorulduğumuzda Faruk Nafiz'in "Hanı"n da konaklayarak duvarlardaki yazıları şişesi is bağlamış bir lambanın ışığında okuyacağız.
Kimi zaman, bir ebru teknesinin üzerine eğilerek rengârenk hayallerimizi seyre dalacağız.
Bir kaç yüzyıllık bir yazma kitabın sayfalarına nakşedilmiş altınlar, kuyumcu vitrininde gördüklerimizden çok kamaştıracak gözlerimizi...
Minyatürlerin zaman tünelinden geçerek "Alice" gibi farklı bir dünyaya adım atacağız. Eski, yeni bir sürü kitabı yeniden keşfedeceğiz birlikte...
Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in hadisi şeriflerini okuyarak şerefleneceğiz, Mevlana'nın özlü sözleriyle tefekküre dalacağız, Yunus Emre'nin mısralarıyla bir kere daha öğreneceğiz dünyaya kavga için değil, sevgi için gel diğimizi...
Kimi zaman örgü örecek, dikiş dikeceğiz. Sevgiler!
































10 Ocak 2013 Perşembe

KIŞIN HATIRLATTIKLARI


KIŞIN HATIRLATTIKLARI


Kışın tam ortasındayız. Kuzey yarımküredeki diğer bölgelerle birlikte ülkemizde de birçok yer beyaz örtüye büründü. Üç günden beri dışarıda çocuklar kartopu oynuyorlar. Sokakta koşuşan çocukların sevinç çığlıklarına kar üzerinde gıcırdayan ayak sesleri eşlik ediyor.
Bu sesleri dinledikçe yıllar öncesine gidiyorum. Elinde neredeyse kendi ağırlığındaki kitap-defter dolu çantasıyla Kunduracılar Caddesi’ndeki karlara bata çıka okuldan eve dönen o küçük kızı hatırlıyorum. Önden bantlı kışlık siyah ayakkabılarının içindeki beyaz çoraplarının uçları hafifçe nemlenmiş, siyah önlüğünün eteklerine beyaz kar taneleri serpilmiş, çantasını tutan eli soğuktan donmuş… Anneannesinin açtığı kapıdan içeri girer girmez yüzüne vuran sıcacık hava ile ısınmaya başladı bile… Oturma odası ile birlikte kullanılan mutfaktaki kuzine sobada yanan fındıkkabuğunun çıtırtıları havayı daha da ısıtıyor. Küçük kızın ilk işi parmak uçları nemlenmiş çoraplarını çıkarıp üşümüş ayaklarını sobanın arkasına uzatmak oluyor. Islak bir kedi yavrusu gibi sobanın arkasındaki mindere kıvrılıyor. Bir yandan da üşüyen ellerini sobanın üzerine uzatarak ısıtmaya çalışıyor.
Gri kuzine sobanın içindeki fındıkkabukları çıtırdayarak yanmaya devam ederken yaşlı anneannesi sobanın ön kapağını açarak bir-iki kürek daha fındıkkabuğu ve iki tane iri odun daha atarak ateşi takviye ediyor. Sobanın üzerindeki bakır güğümde bulunan su fıkırdayarak kaynamaya devam ediyor. Onun yanında bir tencere çorba pişerken, dövme bakır tenceredeki pilav demini alıyor. Elleri ve ayakları ısınmaya başlayan küçük kız anneannesinden fırında közlenmiş patates istiyor. Yaşlı anneanne, merdiven altına açılan kapıyı aralayarak hasır sepetten aldığı birkaç tane orta boy patatesi yıkadıktan sonra kuzine sobanın fırınına atıveriyor. Fırının kızgın zeminine çarpan ıslak patatesler “cozzz” diye sesler çıkarıyor. Elleri iyice ısınmış olan küçük kız hala buz gibi kalmakta ısrar eden ayak parmaklarının uçlarını ovarak ısıtmaya çalışıyor.
Kuzine sobanın fırınına atılmış olan patatesler arada bir “çat”- “pat” diye sesler çıkararak pişmeye devam ediyor.
Biraz sonra küçük kızın anneannesi kuzine sobanın fırınındaki közlenmiş patatesleri dışarı alarak bir sahana koyuyor. Sahanı küçük kıza verirken patateslerin çok sıcak olduğunu ve ağzını yakmamaya dikkat etmesini de tembihlemeyi unutmuyor.
Közlenmiş patates dolu sahanı elbezi ile tutarak iki elinin arasına alan küçük kız, odanın penceresinin önüne koşuyor. Artık elleri de ayakları da ısınmıştır.
Sahanı pencerenin içine yerleştirerek bir yandan közlenmiş patates yerken bir yandan da dışarıda lapa lapa yağan karı seyrediyor. “Sıcak odanın camından kar yağışını seyretmek ne kadar da güzel”  diye aklından geçiriyor. Odanın penceresinin baktığı evin taş avlusu karlarla kaplı. Oturma odasının penceresinin tam karşısındaki kümeste horoz ve tavuklar geziniyorlar. “Acaba onlar da üşüyor mudur?” diye soruyor kendi kendine... Sonra cevabı yine kendi buluyor:” Yok canım! Üşüselerdi annem onları dışarıda bırakmazdı.” Hem hayat bilgisi kümes hayvanlarının derilerinin yağ tabakası ile kaplı olduğunu ve kışın bu tabakanın kuşlar üşümesin diye daha da kalınlaştığını öğrenmişti. Tavukların üşümediğini bilmek onu rahatlatmıştı. Patateslerini bitiren küçük kız lapa lapa yağan karı seyretmeye devam ediyordu. Bir ara gözü avlunun diğer tarafında bulunan yaz mutfağının damına ilişti. Damın kırmızı kiremitleri bembeyaz karlarla kaplanmıştı. Hatta damdaki rüzgâr gülü bile karla kaplıydı. Horoz şeklindeki rüzgârgülü arada bir esen sert rüzgârla dönmeye çalışıyorsa da dam buzlu olduğu için dönemiyor, sallanıp duruyordu. Küçük kız camın önündeki setin üzerinde ayağa kalktı. Buğulanan cama bakarken annesi aklına geldi. Annesinin işten ev dönmesine daha çok vardı. Babasının da... İkisini de çok özlemişti. Farkına varmadan buğulanmış olan cama işaret parmağı ile resim çizmeye başlamıştı. Dalgalı kısa saçlı, uzun boylu, burnu hafif kemerli bir profilden kadın resmi… Ve uzun boylu, kıvırcık saçlı toplu burunlu bir adam resmi…  Akşam üzeri eve geldiğinde minik elleri ile babasına terliklerini verirken, babasının da köşedeki kestaneciden aldığı bir kesekâğıdı dolusu közlenmiş sıcak kestaneyi şefkat dolu bakışlarla kendisine uzatacağını biliyordu.
Özlemlerini bir tarafa bırakarak tekrar buğulanmış cama yöneldi. Ufacık işaret parmağıyla camdan tuvaline çizmeye devam ediyordu. Bacasından duman tüten bir kulübe, kulübenin önünden akan bir dere, koyunlar, papatyalar, laleler, uçuşan kelebekler. Küçük kız buğu ile camdan bir tuvale hayallerini çiziyordu.

Edebiyatımızdan Bir Kış Şiiri:

KIŞ BAHÇELERİ

Dinmiş denizin şarkısı, rüzgâr uyumakta,
Rıhtım boyu sonsuz üzüntüyle karaltı.
Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,
Mazi gibi sislenmiş Emirgân, Çınaraltı.

Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden,
Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda.
Üstündeki son dallar ağarmış diye birden,
Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.

Yerlerde gezen hatıralar var korulukta,
Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.
Mehtaba çalan kül gibi benziyle ufukta,
Binlerce dalın verdiği tek meyve güneştir.

İçlenme tabiattaki bu yekpâre kederden,
Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler.

                                Faruk Nafiz Çamlıbel

FOTOĞRAF: FATİH AKYOL
FOTOĞRAF: SÜHEYLA PEKRU