Powered By Blogger

Merhaba!

Başağın Huzur Köşesi'ne hoşgeldiniz. Dileğim, bloğumu bütün izleyenlerin, sayfalarımda huzur bulmasıdır.
Henüz yapım aşamasında olan bloğumda, ilerleyen zamanla birlikte, sizi gün boyu yaşadığınız streslerden uzaklaştıracak, aynı zamanda faydalı bilgiler kazanacağınızı umduğumbir dünyanın kapısı aralanacak.
Hep birlikte, kimi zaman gül bahçelerinde gezine ceğiz, kimi zaman, gurubu seyredeceğiz dalgaların beyaz köpük lerden güller saçtığı sahillerde...
Kimi zaman, türk şiirinin üstad larının mısralarına tutunarak, İstanbul'un ihtişamını bir başka tepeden seyredeceğiz, yorulduğumuzda Faruk Nafiz'in "Hanı"n da konaklayarak duvarlardaki yazıları şişesi is bağlamış bir lambanın ışığında okuyacağız.
Kimi zaman, bir ebru teknesinin üzerine eğilerek rengârenk hayallerimizi seyre dalacağız.
Bir kaç yüzyıllık bir yazma kitabın sayfalarına nakşedilmiş altınlar, kuyumcu vitrininde gördüklerimizden çok kamaştıracak gözlerimizi...
Minyatürlerin zaman tünelinden geçerek "Alice" gibi farklı bir dünyaya adım atacağız. Eski, yeni bir sürü kitabı yeniden keşfedeceğiz birlikte...
Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in hadisi şeriflerini okuyarak şerefleneceğiz, Mevlana'nın özlü sözleriyle tefekküre dalacağız, Yunus Emre'nin mısralarıyla bir kere daha öğreneceğiz dünyaya kavga için değil, sevgi için gel diğimizi...
Kimi zaman örgü örecek, dikiş dikeceğiz. Sevgiler!
































30 Ağustos 2010 Pazartesi




CAM İŞLEME SANATININ
HARİKALARINDAN
ÇEŞM-İ BÜLBÜLLER





















Farsça kökenli bir terkip olan “Çeşm-i bülbül”, “ bülbül gözü” anlamına gelir. İnce ve renkli cam çubukların yüksek ısıda eriyip, su gibi olmuş camın içine yerleştirilmesi tekniği ile elde edilen cam malzemeye çeşm-i bülbül adı verilir. Cam üzerinde dönerek burulan çizgiler karşıdan bakınca bülbül gözü gibi hareler şeklinde göründüğü için bu cam ürünler çeşm-i bülbül olarak adlandırılmıştır. Çeşm-i bülbül ürünler arasında gülabdan (gülsuyu şişesi), laledan (vazo), sürahi, şekerlik, kase ve tabak gibi formlar yer almaktadır. Çeşm-i bülbül tarzı cam işleme sanatı, 18. yüzyılın sonunda Mevlevi Dervişi Mehmet Dede’nin III. Selim Tarafından cam tekniklerini öğrenmek üzere Venedik’e göndermesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Venedik’te opal cam tekniğini öğrenen Derviş Mehmet Dede, İstanbul’a döndükten sonra Beykoz’da bir cam işleme atölyesi açmıştır. Bu atölyede Venedik’te öğrenmiş olduğu cam tekniklerini geliştiren Mehmet Dedenin çalışmaları sonucunda çeşm-i bülbüller ortaya çıkmıştır.
Çeşm-i bülbül tekniği şöyledir:
1-Demir bir çubuk, yani pipo, fırında eriyik halde bulunan cama daldırılır.
2-Pipo bütün camı toplamak için döndürülür.
3-Cam potadan ayrılır ve ocak dışında şekillendirilir ve soğutulur.
4-Bu aşamada biraz daha soğuk olan toplanmış cam, düzenli şekilde bir araya getirilmiş renkli cam çubuklar ile hazırlanan bir kalıba sokulur ve üflenir, çubuklar cama yapışır.
5-Oluşturulan form tekrar potaya götürülerek cam çubukların tamamen yapışması sağlanır.
6-Ürüne son şekli kalıp içinde verilir, bu aşamada gerekli olan döndürme işlemi elle yapılır. Bu son derecede büyük bir yetenek gerektiren bir işlemdir.
7-Biten ürün soğutulur ve metal çubuktan ayrılır.
Çeşm-i bülbüllerin imalatını yaygınlaştıran kişi ise Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa’dır. Osmanlılarda, sırça, pul şişe yapmak çok gelişmişti. Eğrikapı ile Edirnekapı arasında, Samatya’da, Etyemez’de çalışan birçok cam-şişe tezgahı vardı. Sultan III. Ahmet Devrince sadece çeşm-i bülbül imal etmek için Beykoz’da bir fabrika kurulmuştur. Burada zümrüt yeşili, yakut rengi billurlar üzerine süt beyazı fayans yaldızlar işlenerek yapılan çeşm-i bülbül sürahiler, bardaklar, tabak ve kaseler imal edilmiştir. Topkapı Sarayı’nda çeşm-i bülbüllerin en güzel örnekleri bulunmaktadır.


Kaynaklar:

1-"http://tr.wikipedia.org”
2-"Hayat Tarih Ansiklopedisi II/ 805 "
3-
www.glassfurnace.org
Fotoğraflar:
"http://www.tulımba.com/"
"http://www.gittigidiyor.com/"




































29 Ağustos 2010 Pazar

İSTANBUL CAMİLERİNDE RAMAZAN SERGİLERİ

28 yıldan beri Ramazan ayında İstanbul’da Sultanahmet Camii’nin avlusunda kitap fuarı açılmaktadır. Fuarda kurulan standlarda başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere diğer kitapların kitapların yanı sıra tespih, hat levhaları, esans, takke, şal, namaz başörtüsü ve bunlara benzer ürünler satılmaktadır. Sultanahmet meydanında ise yiyecek, oyun, hediyelik eşya fuarı kurulmaktadır. Düzenlenen programlarda, kukla, Karagöz-Hacivat gibi gösteriler, şiir dinletileri, tasavvuf müziği konserleri, sema ayinleri gösterileri sunulmaktadır. Ramazan fuarı bu yıl Sultanahmet’ten Beyazıt’a taşınmıştır. 29 yıldan beri kutlandığını bildiğimiz Ramazan fuarlarının geçmişi çok daha eski yıllara dayanmaktadır. Hayat Tarih Mecmuası’nın 1966 tarihli bir sayısında; Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Camileri ile ilgili bir yazısında şöyle “İstanbul’un büyük camilerinin şadırvanlı iç harem avlularında her yıl Ramazan ayı boyunca birer sergi-pazar kurulduğunu yazmaktadır. Buraya katılan esnaf, gedikliymiş. Her yıl avlunun aynı noktasına yerleşirmiş. Sergilerde, yiyecek, içecek, tütün, ağızlık, tespih, kumaş, cam eşya ve kitap satılırmış. Koçu, cami sergi-pazarlarının ne zaman kurulmaya başladığını bilmediğini, fakat Beyazıt Camii’de kurulan sergilerin diğerlerinden daha zengin ve üstün olduğunu vurguladıktan sonra yazısını, Edebiyatçı ve şair Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Ayrılıklar” adlı eserinin “Beyazıt Sergisi” adlı bölümüden aldığı şu satırlarla bitirmektedir:
“Dudakları dualarla kımıldayan sırma kordonlu, avniye kaputlu, galoş kunduralı paşalar; redingotlu, uzun kırmızı fesli saray erkanı, altın kamçılı nadide tesbihler çekerek, yarı mahmur yarı ibadetkar ağır ağır görüşürlerdi. Halk da o yan kubbelerin altında, her adımda bir yeni mahşere bakarak bir cereyan halinde çember gibi döner, dolaşır, şadırvanlarda abdest alanlara sürüne sürüne orta kapılardan boşalırdı. Hasılı sergi, renkleri ve kokuları ile dimağı da, dünyayı da, ahreti de kendisinde tecelli ettiren bir Müslüman seyrângâhı idi. Fakat yılın birinde bir yel esti. Eski sanatlarla eskiden kalacağı dağıttı. Yerlerinde sadece güvercinler kaldı. Daha ihtiyarlaşan tesbihçiler, tozlanmış ve camekanlarının başında bedbin ve mütevekkil iki büklüm kaldılar.”
Yirmidokuz yıldan beri, artık her Ramazan o tozlanmış camekanlar silinmekte, parlatılmakta, İstanbul’un ilim merkezi Bayazıt Meydanı ve oraya giden yollar ışıklandırılarak, kıymetli kitaplar, İstanbul’a mahsus hediyelikler standlardaki eski yerlerini almaktadır.


Ruşen Eşref Ünaydın (1892-1959): Edebiyatçı, yazar.
Reşat Ekrem Koçu (1905-1975): Tarihçi, yazar
Kaynak: Reşat Ekrem Koçu, “İstanbul Camileri Beyazıt Camii”, Hayat Tarih Mecmuası, C.II, Sayı:1, Yıl: Şubat 1966, Sayfa:62


◙◙◙◙◙◙◙◙

25 Ağustos 2010 Çarşamba



NOSTALJİK BEBEK RESİMLERİ

SİYAH- BEYAZ ALBÜMLERDEN HATIRALAR

Tombul bebek


Bisikletli küçük kız



12 Ağustos 2010 Perşembe

İFTAR DUASI:

اَللّهُمَّ لَكَ صُمْتُ وَ بِكَ آمَنْتُ وَ عَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَ عَلَى رِزْقِكَ اَفْطَرْتُ

Allahumme leke sumtu ve bike âmentu ve aleyke tevekkeltu ve alâ rızkıke eftartu.


RAMAZAN’N FAZİLETLERİ

Başı rahmet, ortası afv ve mağfiret sonu Cehennem’den âzâd demek olan mübarek Ramazan Ayı’na girmemize çok az bir zamanın kaldığı şu günlerde, onbir ayın sultanının faziletlerinden bira söz edelim.
Kur’ân-ı Kerîm, üç ayların en faziletlisi olan Ramazan’da indirilmeye başlamıştır. “O Ramazan Ayı ki, Kur’ân o ayda indirilmiştir.
O Kur’ân, insanlar için bir hidayettir.(Dini hükümlerde ) beyyineleri câmi‘ olup hakkı batıldan ayırır…”
[1]

Beyzâvî Tefsîri’ne göre:
Ramazan’ın birinci gecesi Hazret-i İbrahim’in Suhûf’u, altıncı gecesi Tevrât, ondördüncü gecesi İncîl, yirmidördüncü gecesi Kur’ân-ı Kerîm nazil olmuştur.(indirilmiştir.)
Bu ayda oruç tutmak mümin kullara farz kılınmıştır.
“Ey iman edenler!Oruç sizden evvelkilerin üzerine farz olduğu gibi sizin üzerinize de farz olmuştur. Ta ki(oruç sayesinde kötülüklerden) korunasınız.”
[2]
Ramazan Ayı’nın tamamında oruç tutulacağı yine Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça belirtilmiştir.
“Sizden her kim (Ramazan) ay(ına) kavuşursa, o ayı oruç tutsun.”
[3]
Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v.)’den şöyle rivayet etmiştir:
“Ramazan Ayı girince Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Bu ayda şeytanlar zincire vurulur.”
[4]
Yine Resulullâh (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kim Ramazan’da tam bir iman ve yakîn ile (hakkını vererek) oruç tutarsa geçmiş (küçük) günahları bağışlanır.”
[5]
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayete göre Ramazan Ayı’nda tutulan orucun sevabı sonsuz ölçüde verilecektir.
“Ümmetimden bir kimsenin işlediği bir amelin on katından yediyüz kat fazlasına kadar sevabı vardır. Oruç ise bunlardan müstesnadır. Çünkü Allah Teala: (Oruç, nefse zor gelen, ancak benim rızam için tutulan bir ibadet olduğundan onun mükafatını ölçüsüz olarak vereceğim. Zira oruçlu yemesini ve içmesini, zevk ve eğlencesini benim rızam için terk etmiştir.) buyurmuştur.”
Oruç, niyet ederek tan yerinin ağarma zamanından güneş batıncaya kadar, bir şey yiyip içmemek ve cinsel münasebette bulunmamaktır.
Orucun başlama vakti imsaktan itibarendir. Kur’ân-ı Kerîm’de, siyah iplikle beyaz ipliğin birbirinden fark edildiği andır.
[6]
Orucun son bulduğu ve açıldığı vakte iftar denir.

ORUCUN KAZANDIRDIĞI HASLETLER
Nefse hakim olma ve iradenin güç kazanması.
Sosyal faaliyetlerin artması
Sahura kalkmak
İftar davetlerine katılmak
Teravih namazları
Fıtır sadakasının yardımlaşma duygularını arttırması.

ÖZÜR SAHİBİ OLANLAR
Ramazan orucunu tutamayan geçici özür sahipleri daha sonra tutamadıkları gün kadar kaza ederler (oruç tutarlar).
Aşırı ihtiyarlık, oruca mani müzmin hastalık nedeniyle sürekli özür sahibi olanlar, tutamadıkları oruç karşılığında (fakire) fidye verirler. Bir fidye bir fıtır sadakası miktarıdır.
Geçici hastalık, yolculuk, gebelik, emzikli olmak, kıtlık yüzünden açlık ve susuzluk gibi sebepler geçici özür sayılır.

KEFARET
Başlanmış bir oruç ibadetini özürsüz bozmak, bir günlük kazası ile birlikte 61 günlük oruç tutmayı gerektirir. Buna kefaret denir.

TERAVİH NAMAZI
Bu ayda Ramzan’a mahsus olmak üzere yatsı namazından sonra kılınan yirmi rekat teravih namazı vardır.

Kaynak:Ömer Dönmez, Üç Aylar ve Faziletleri
[1] Bakara Suresi, Ayet 185
[2] Bakara Suresi, Ayet 183
[3] Bakara Suresi Ayet 185
[4] Buhârî, Kitâbu’s-savm-5; Kitâbu Bed’i’l-Halk-11;Müslim, Kitâbu’s-siyâm-2;Nesâ’î, Kitâbu’s-siyâm-4-5
[5] Buhârî, Kitâbu’l-îmân,-27; Müslim, Musâfirîn-173
[6] Bakara Suresi ayet 187

11 Ağustos 2010 Çarşamba




SEKER HASTALARININ GİZLİ DÜŞMANI:
EŞ-DOST SOFRALARI

Malum, biz misafirperver bir toplumuz. Evimize gelen misafire elimizden geldiğince bol ikramda bulunuruz. İkram etmeyi sevmek büyük bir erdemdir.
Ama ikram etmeyi bazen öyle abartırız ki, ikram ederken yaptığımız ısrarın misafirimize zarar verebileceğini hesaba katmayız. Misafirin sağlık durumunu hiç göz önünde bulundurmayız.
Bilindiği gibi her hastalığın bir perhizi vardır. Şeker hastalığı perhizi en zor olan ciddi hastalıklardan biridir. Şeker hastalarına rafine şeker, üretiminde rafine şeker kullanılmış gıdalar, şerbetli hamurlu tatlılar (baklava, şöbiyet vs.), meyve suları (taze sıkılmış dahi olsa) yasaklanmıştır.
Perhiz yapmak, herkes şapur –şupur yerken, bazı gıdalardan yiyememek şeker hastası için zaten yeterince zordur. Üstelik misafirliğe gittiği evin sahibi kendisini ısrarla yasak olan yemeklerden yemeye zorlaması, diyabetli hastanın durumunu daha da güçleştirir.
Kolay mı? Bir yanda hastalığı, bir yanda “Beni ye!” der gibi gözünün önüne dizilmiş tatlılar, börekler, diğer yanda çok sevdiği dostu olan ev sahibinin onlardan yemesi için ısrarla üstüne düşmesi. Bir yanda zaten yiyemediği için özlediği nefis yemekler, bir yanda “Yemezse kendisine güceneceğini ima ederek “Bir defa yemekten bir şey olmaz.” diyerek ısrarına devam eden sevgili dostu!
O an diyabet hastası için ne büyük işkencedir? Misafirinin önüne birkaç tabak yemek koydu diye onu hepsinden tıka basa yemeye mecbur eden evsahibi bunun farkında mıdır?
Şeker hastası çok iyi bilir ki, o anda tahriklere kapılarak yiyeceği bir tabak tatlı, börek, içeceği bir bardak meyve suyu, vücudundaki insülin dengesinin bozulması suretiyle 2,5 saat sonra burnundan gelecektir. Belki şeker komasına girecek, gecenin devamını “ACİL”de geçirmek zorunda kalacaktır. Belki o komadan çıkamayacaktır bile…
Misafirine ikram etmenin erdem olduğunu bilen ev sahipleri, ikram edilen şeyi yemeleri ya da tabaktakinin hepsini silip süpürmeleri için ısrar etmenin “İLKELLİK” olduğunu bilsinler lütfen. Diyabetli dostlarını gerçekten seviyorlarsa, onları evlerine davet ettiklerinde diyabetlilere dokunmayan alternatif bir ikram hazırlasınlar.
Bu yapamıyorlarsa lütfen hastalıklarına dokunacak yemekleri yemeleri için ısrar etmesinler.Herkese sağlıklı günler.