İSTANBUL'DA BAZI SAHABE, FETİH ŞEHİT VE GAZİLERİNİN TÜRBELERİ
1920lerde Galata Kulesi Dibinde Şehit Kabirleri Vardı Fotoğraf: www.hossohbet.netforum adresinden alınmıştır. |
Fatih'in Top Dökümcüsü Şehit Ahmet Usta'nın Yedikule Sur Kapısı Dışındaki Kabri |
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u Fethettiği Sabah Şükür Secdesine Kapandığı Yerde İnşa Edilmiş Olan Harbî Mescidi |
Fetih Şehidi Yusuf Dede'nin Yedikule Sur Kapısı Dışındaki Kabri |
Silivrikapı Sur Dışındaki İsimsiz Fetih Şehitleri Kabirleri |
Yedikule Sur Dışındaki İsimsiz Fetih Şehitleri Kabirleri |
Şehzadebaşı'nda Onsekizsekbanlar Şehitliği |
Cibali'de Şehit Sekbanbaşı Abdurrahman Ağa'nın Türbesindeki Sandukası |
Fetih Şehitlerinden Kesikbaş Molla Muhammed Türbesi |
FATİH SULTAN MEHMET’İN FETİH ORDUSUNUN KUTLU ASKERLERİ
İSTANBUL’U, VERDİKLERİ 30.000 ŞEHİDİN KANI PAHASINA İSTANBUL’U ALARAK BİZE
ARMAĞAN ETMİŞLERDİR
AZİZ İSTANBUL
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Yahya
Kemal Beyatlı
Bu şehr-i
Sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl
Bir bağ-ı İremdir ki gülü izz ü alâdır
Altında mı üstünde midir cennet-i a‘lâ
El-hâk bu ne hâlet bu ne hoş âb u hevâdır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır
İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek
Gülzârların cennete teşbih hatâdır
Herkes irişür anda muradına ânınçün
Dergahları melce-i erbâb-ı recâdır
Kala-yı meârif satılır sûklarında
Bazâr-ı hüner ma‘den-i ilm ü ulemâdır
Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır
Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır
Hep halkının etvârı pesendîde-i makbul
Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın
Evsâfı hele başka kitâb olsa sezâdır
Nâmı gibi olmuşdur o hem sa‘d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır
Kûh-sârları bağları kasrları hep
Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır
İstanbul’un evsafını mümkün mi beyân hiç
Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl
Bir bağ-ı İremdir ki gülü izz ü alâdır
Altında mı üstünde midir cennet-i a‘lâ
El-hâk bu ne hâlet bu ne hoş âb u hevâdır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır
İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek
Gülzârların cennete teşbih hatâdır
Herkes irişür anda muradına ânınçün
Dergahları melce-i erbâb-ı recâdır
Kala-yı meârif satılır sûklarında
Bazâr-ı hüner ma‘den-i ilm ü ulemâdır
Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır
Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır
Hep halkının etvârı pesendîde-i makbul
Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın
Evsâfı hele başka kitâb olsa sezâdır
Nâmı gibi olmuşdur o hem sa‘d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır
Kûh-sârları bağları kasrları hep
Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır
İstanbul’un evsafını mümkün mi beyân hiç
Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır
Nedîm
Fethedilmesi ile bir çağ kapanıp yeni bir çağ
açılmış olan İstanbul’u bize Fatih Sultan Mehmet'in Fetih Ordusu’nun kahraman
askerleri 30.000 şehidin kanı pahasına alarak armağan etmiştir.AZİZ İSTANBUL
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
ÖNSÖZ
Bir hafta sonra Aziz İstanbulumz'un 558. fetih
yıldönümünü kutlayacağız. Bu yazımda sizlere tarih boyunca İstanbul'un yaşamış
olduğu kuşatılma serüvenlerini, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in Hadis-i
Şeriflerinde bahsettikleri mutlu asker, mutlu komutan olabilmek, bu eşsiz
beldeyi bize minareleri göklere yükselen, semalarında ezan sesleri yankılanan
bir İslam diyarı olarak armağan edebilmek icin ecdadımızın kanlarını ve
canlarını nasıl sebil ettiklerini özetleyerek anlatmaya çalışacağım.
İSTANBUL’UN TARİHÇESİ, MÜSLÜMANLARDAN ÖNCE GÖRDÜĞÜ KUŞATMA
VE İŞGALLER
BİZANS İSMİ:
İstanbul’un coğrafi bakımdan karalar ve denizler arasında
bir geçit vazifesi görmesi tarih boyunca birçok milletlerin onu ele geçirme
emelleri beslemesine sebep olmuştur. Araştırmacılar, M.Ö. III. Bin yıllarının
başlangıcından itibaren İstanbul ve çevresinde yerleşim olduğu kanaatini
taşımaktadır. Şehrin ilk kuruluşu hakkında bazı efsaneler vardır. Bunlardan
birine göre şehir, “Megara” kolonisi olarak kurulmuştur. Megaralılar’ın
kumandanlarının adı “Byzans”dir. Bu isme izafeten şehre “Byzantion”
adı verilmiştir.
SALDIRI VE İŞGALLER:
Byzantion, küçük bir şehir olmasına rağmen stratejik
öneminden dolayı “Traklar”ın saldırılarına ve “Persler” in işgaline
uğramıştır. Daha sonra
“Spartalılar”ın eline
geçmiştir.
MAKEDONYA KRALI II. FLİP ( Philippos)’İN KUŞATMASI:
M.Ö. 340.’de İstanbul, Makedonya Kralı II. Flip tarafından
denizden ve karadan kuşatılmış fakat müttefiklerinin yardımı sayesinde
kurtulmuştu.
ROMA HÂKİMİYETİ:
Roma’nın Makedonya ve Yunanistan’a üstünlük sağlaması
üzerine Byzantion, önceleri Roma’nın hâkimiyetini kabul ederek bir müddet “Serbest
Şehir” statüsünü sürdürmüştür. M.S.73 yılında Roma İmparatoru Vespasianus
tarafından Roma topraklarına katıldı.
BYZANTİON ADI DEĞİŞİYOR:
İmparator Septimus Severus ile Pescenius Niger arasındaki
iktidar mücadelesinde Niger’i tutan Byzantion, Niger’in öldürülmesinden sonra
Severus tarafından tahrip edildi. Severus, Byzantion’un sınırlarını biraz daha
genişleterek şehri yeniden imar etti. Ve ona oğlunun şerefine “Augusta
Antonina” adını verdi. 323 yılında
İmparator I. Konstantinos, Roma tahtını ele geçirdikten sonra Byzantion’u
imparatorluğunun başkenti yaptı. Byzantion, Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduktan
sonra İmparator I. Konstantinos şehir alanını büyütmüş ve yeniden imar
etmiştir. 330 yılında yeni başkent, Roma’ya benzetilerek kuruldu.
HUN AKINI TEHLİKESİ:
Hun akınlarının İstanbul için yaratmış büyük tehlike
karşısında 413-477 yıllarında İstanbul surları 2 km. daha batıya götürülerek
bugünkü yerine inşa edilmişti. Atilla’nın ölümü ile birlikte Hun devleti
dağılınca İstanbul, Hun akını tehlikesinden kurtulmuş oldu.
AVAR-İRAN KUŞATMASI:
Herakleios zamanında Balkanlar’ın hemen hemen tamamını ele
geçiren Avar-Slav orduları Doğu’dan İstanbul’u tehdit etmeye başlamıştı. Öte
yandan Boğaziçi kıyılarına kadar ilerleyen İran orduları İstanbul’u zapt etmek
üzere Avarlarla anlaştı.622-629 yılları arasında süren savaşlar sonunda İran ve
Avarlar karşısında kesin başarı sağlandı. Avar tehlikesini atlatmış olan Bizans
bu defa da Müslümanların karadan ve denizden kuşatmalarına maruz kalacaktı.
BULGAR KRALI’NIN İKİ KUŞATMASI:
İstanbul 814 ve 816 yıllarında iki defa Bulgar Kralı Krum
tarafından kuşatıldı. 1. Kuşatmadan surlarının sağlamlığı sayesinde kurtuldu.
İkinci kuşatma sırasında ise Bulgar Kralı Krum aniden ölünce kuşatma sona erdi.
RUS KUŞATMASI:
860 yılında Ruslar gemilerle Karadeniz’den gelip İstanbul’u
kuşattılar. Ancak aniden patlayan ve Rus gemilerini parçalayan bir fırtına İstanbul’u
bu beladan kurtardı.
ÂSİ BARDAS PHOKAS’IN İSTANBULÜZERİNE YÜRÜMESİ:
988 yılında Bizanslı asi General Bardas Phokas, İstanbul’u
ele geçirmek maksadı ile İstanbul’a doğru ilerleyerek Üsküdar’a kadar geldi.
Bizans hükümdarı II. Basileois’in Kiev hükümdar Vladimir’den yardım istemesi
üzerine gelen 6000 Rus askeri sayesinde İstanbul bir kez daha kurtulmuş oldu.
Bizans’ın hizmetine giren bu Rus birliğine daha sonra Normanlar, Franklar ve
başka yabancılar da katılmıştır.
PEÇENEKLER-CAKA BEY ORTAK KUŞATMASI:
1090-1091 kışında Peçenekler, İzmir Beyi Caka Bey’le
anlaşarak İstanbul’u denizden ve karadan kuşattı. Kumanlar’la anlaşan Bizans
İmparatoru Aleksios, Peçenekleri dağıttı.
HAÇLI ORDULARI’NIN İSTANBUL’A GELMESİ:
I. Haçlı Seferi’ni başlatmış olan Haçlı Ordusu 1096’da
İstanbul’a gelmiş ve İstanbul Surları önünde konaklamıştır. İstanbul halkı görünüşleri
dehşet saçan bu Batı’lı barbar ordunun yakınlarında olmasından çok tedirgin
olmuştu. Ancak hükümdar Aleksios, Haçlı kumandanları ile anlaşma yaparak
onların Anadolu’ya geçmelerini sağladı. Anlaşma gereği, Haçlı ordusu işgal
ettiği topraklardan eskiden Bizans’a ait olanları yine Bizans’a geri verecekti.
Haçlılar, Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti İznik’i kuşatarak Bizans’a geri
verdiler.
HAÇLI İŞGALİ:
Haçlılar, Bizans’la anlaşmış gibi görünse de Bizans’a
saldırmak için fırsat kolluyorlardı. Haçlılara bu şansı, III. Aleksios
Angelos’un Bizans tahtını yeniden ele geçirmek isteyen Aleksios sundu. Boniface
de Montferrat komutasındaki Haçlı donanması Aleksios’un yardım çağrısı üzerine
1203’te İstanbul’a geldi. Haçlılar, Galata’yı ele geçirdikten sonra Haliç’in
girişini tutan zinciri parçalayarak gemilerini Haliç’e soktular. İstanbul’u
alan Haçlılar, II. İsakios’u oğlu IV. Aleksiosla birlikte tahta çıkardılar. Fakat
yeni hükümdarlar Haçlılara vaatlerini yerine getirmiyorlardı. Şehir halkı ise İstanbul
içinde dolaşan Haçlılara öfke duyuyordu. Üstelik Haçlıların İstanbul’da
çıkardıkları yangın şehrin büyük bir kısmını yakıp kül etmişti. Sonunda
İstanbul halkının Haçlılara duyduğu öfke ayaklanmaya dönüştü. Halk, Haçlılarla işbirliği
yapan hükümdarı öldürdü. Haçlılar da şehri zapt ettiler. Şehir Haçlı
kontlarının ve komutanlarının izniyle günlerce yağmalandı ve tahrip edildi. Çılgın
Haçlılar İstanbul’da tam bir vahşet sergiliyorlardı. Haçlıların yağması
sonucunda İstanbul, bütün ihtişamını yitirdi. Kiliseler, manastırlar, saraylar,
kütüphaneler yağmalandı. Venedikliler, İstanbul’daki sanat eserlerini toplayıp
kendi şehirlerini süslemek üzere alıp götürdü. Haçlılar taşıyıp götüremeyecek
şeyleri de tahrip ettiler. Avrupalılar yalnız yağma ve tahribat yapmakla yetinmediler.
Barbarlıklarını katliam derecesine vardırdılar. Bütün bu yağma ve tecavüzlerin
sonunda İstanbul bütün cazibesini yitirdi.
İstanbul’u yağmalayan Avrupalılar, orada bir Latin
İmparatorluğu kurdular ve Bizans İmparatorluğu arazisini aralarında paylaştılar.
İSTANBUL HAÇLILARDAN KURTULUYOR.
Ancak 2 yıl geçmeden Bizans İmparatorluğu’nun Haçlı işgaline
uğramamış topraklarında Trabzon, Epiros ve İznik’te Bizans’ın uzantısı olan üç
küçük ve bağımsız devlet kuruldu. 57 yıllık bir mücadeleden sonra 1261 yılında
İznik birlikleri Haliç’teki Latin Mahallesi’ni yakarak İstanbul’daki Batı
hâkimiyetine son verdi. Bizans’ın son hanedanının kurucusu VIII. Mikhail
Palailogos Ayasofya’da taç giydi. Ancak İstanbul bütün zenginlik ve ihtişamını
kaybetmiş, yabancıların sayısı çok artmıştı. İmparator Mikhail Palailogos ne
kadar gayret etti ise de, İstanbul, Haçlı istilasından sonra bir daha kendini
toparlayamadı. Sırp ve Osmanlı Devletleri arasında sıkışıp kalmıştı. 1371
yılında Türkler’in Sırplara karşı kazandıkları zaferden sonra Balkanlar’daki
topraklarının hepsini kaybetmiş olan Bizans’ın arazisi git gide küçülmüş,
Türkler karşısında askeri ve mali gücü kalmamış, yalnızca surların çevirdiği
bir şehir devleti haline gelmişti. 1452 yılında Papa’nın temsilcisinin katılmasıyla
kiliseler birliği ilan edilmiş Roma usulü âyin yapılmıştı. Ancak bu durum
Bizans halkında büyük bir infial yaratmıştı. Roma Kilisesi’ne bağlanmaktansa
Türk hâkimiyetini tercih edenlerin sayısı günden güne artıyordu. Nihayet 1453
yılında Osmanlı Padişahı II. Mehmet İstanbul’u fethederek Bizans hâkimiyetine
son verdi.
FETHİNDEN ÖNCEKİ İSLAM KUŞATILMALARI:
Hem tarihi hem de stratejik açıdan önemli olan İstanbul,
tarihte çeşitli milletler tarafından defalarca kuşatılmıştır. Genç Osmanlı
hükümdarı Sultan II. Mehmet’ten önceki tüm kuşatmalar başarısız olmuştu. Çünkü
şehri 195,5 m.
Uzunluğunda sağlam surlar çevreliyordu. Surların dış kısmında ise derinliği on,
eni sekiz metreyi bulan su dolu hendekler vardı. Ayrıca Bizans’ın “Grejuva”
adı verilen ve suda bile yanabilen ateşleri vardı. İstanbul, Müslümanlar
tarafından da 11 defa kuşatılmıştı.
MÜSLÜMANLAR’IN İSTANBUL KUŞATILMALARI:
Osman Döneminde (32/652) yılında Muaviye b. Ebu Süfyan
komutasındaki İslam ordusu İstanbul Boğazı’na kadar gelmiş, Rumlarla savaşılmıştır.
Ancak İslam Ordusu’nun Boğaz’ı geçip şehri kuşatacak yeterli donanımı
bulunmuyordu. Ağır kış şartları da bastırınca ordu geri dönmek zorunda
kalmıştı. Tam bir kuşatma sayılamayacak bu seferde İslam Ordusu, Boğaz’ın öte
yakası’na geçip şehri muhasara edememişi. Fakat İstanbul Boğazı’nın Anadolu
yakası Müslümanların eline geçmişti. İbn-i Cerîr, el-Mes‘ûdî, İbn-i Haldun,
Ebu’l-Fidâ, İbnu’l-Verdî gibi en eski tarihçiler, bu kuşatma hakkında bilgi
vermektedir. İstanbul’un Anadolu Yakası’na geçen sahabelerden adı tespit
edilebilenler şunlardır:
Hüseyn (r.a)
Hâlid b. Zeyd Ebû Eyyüb el-Ensârî (r.a.)
Abdullah b. Ömer (r.a.)
Abdullah b. Zübeyr (r.a.)
Abdullah b. Abbas (r.a.)
Üsris b. Ebî Şeybeti’l-Hudrî (r.a.)
İKİNCİ KUŞATMA
İslam Ordusu, Halife Muâviye b. Ebu Süfyân devrinde
(48-49/668-669) yıllarında İstanbul’u karadan ve denizde kuşattı. Fakat yine
kışın gelmesi, yiyecek sıkıntısı ve hastalık gibi sebeplerden dolayı kuşatma
kaldırıldı.
AYASOFYA’YI ZİYARET ETMEK İÇİN BİZANS İMPARATORU’NDAN İZİN
ALAN SAHABENİN BAŞINA GELENLER
Müslüman askerlerin bazıları Ebu Eyüb el-Ensârî’nin
önderliğinde Ayasofya’yı ziyaret etmek ve orada iki rek‘at namaz kılmak için
Bizans İmparatoru’ndan izin aldı. Sahabe ve tabiinden olan yüz kadar asker Ebu
Eyüb el-Ensârî (r.a.)ile birlikte Eğrikapı’dan şehire girerek Ayasofya’ya kadar
gitti. Kafile, Ayasofya’da iki rek‘at namaz kıldıktan sonra geri dönmek üzere
Edirnekapı’ya doğru yola çıktı. Ancak, Onlar Ayasofya’da namaz kılarken, bazı
papazlar sivil halkı onlara karşı kışkırtmıştı. Onların kışkırtmalarıyla gaza
gelen halk, Ayasofya’dan ibadetten dönen Ebu Eyüb el-Ensârî ve
beraberindekileri taş yağmuruna tuttu. Edirnekapı- Eğrikapı arasındaki dar
sokaklarda sıkıştırdıkları kafilenin üzerine pencerelerden kızgın yağ döktüler.
Müslümanların çoğu bu saldırılarda şehit oldu. Ebu Eyüb el-Ensârî(r.a.), sağ
kalabilen 15 kişi ile birlikte savaşarak Eğrikapı’dan çıkmayı başardı. Fakat
hepsi de yaralı ve halsizdi.
HAZRET-İ HALİD EBU EYYÜB EL-ENSÂRÎ’NİN ŞEHİT OLMASI
Ebu Eyüb el-Ensârî (r.a)’nin başına taş isabet etmiş, o da
yaralanmıştı. Silah arkadaşlarına, Resulullah’ın Konstantiniye surlarının
dibinde yatacağını müjdelediği sahabinin kendisi olmasını umduğunu söyledikten
sonra, ölümü halinde cenazesini geri götürmemelerini, olduğu yerde defnetmelerini
vasiyet etti. Hastalığı artan ve bir süre sonra vefat eden Ebu Eyüb el-Ensârî
(r.a.) surların yakınına defnedildi. İslam Ordusu komutanı, Bizans Kralı’na
elçi göndererek Müslümanlar arasından değerli bir kişinin öldüğünü, buraya
gömüldüğünü, eğer onun kabrini tahrip ve naşını taciz ederlerse kendi
himayelerinde bulunan Rum ileri gelenlerinin öldürüleceğini bildirdi. Aradan
yıllar geçti Ebu Eyüb el-Ensârî’nin kabri iyice düzleşerek belirsiz hale geldi.
Kral Konstantin’in izni ile Ayasofya’yı ziyaret edenlerden biri de Ebu Eyüb
el-Ensârî(r.a) ’nin sancaktarı olan Abdurrahman Şâmî (r.a.) idi. Bizanslılar,
onu Atmeydanı (Sultanahmet)’nda şehit ettikten sonra meçhul bir yere gömmüşler
ve kabrinin yerini Müslümanlardan gizlemişlerdi. Fatih Sultan Mehmet
İstanbul’un fethinden sonra hocası Ak Şemsettin’in vasıtasıyla şehitlerin
kabirlerini bir tespit ettirerek onlar için birer türbe yaptırmıştır.
ÜÇÜNCÜ KUŞATMA
Cünâde b. Ebu Ümeyye komutasındaki İslam Ordusu, Halife Muâviye
b. Ebu Süfyân zamanında (54/673) yılında İstanbul’a gelmiş, Bizanslılarla
savaşmış ve büyük başarılar elde etmiştir. İslam Ordusu 7 yıl süreyle İstanbul
yakınlarımda karargâh kurmuş ve o çevreyi egemenliği altına almıştır. Evliya
Çelebi’nin verdiği bilgiye göre Muâviye b. Ebu Süfyân’ın gönderdiği yeni ordu,
Mesleme b. Abdülmelik komutasında İstanbul’a doğru ilerlerken güvenliği
sağlamak için deniz yolu üzerinde bulunan İstanköy, Sakız, Midilli ve
Bozcaada’yı fethetmiştir. Çanakkale Boğazı’ndan geçen ordu, Galata ve civarını
Cenevizliler’in elinden alarak orada 7 yıl kalmıştır. Bu zaman zarfında
İstanbul surlarını aşıp şehri ele geçirmek için defalarca teşebbüste
bulunmuştu. Ancak kesin bir sonuç elde edememişti. Daha sonra Yezid b. Muâviye’nin
emriyle geri dönmüştü.
DÖRDÜNCÜ KUŞATMA:
Halife Süleyman b. Abdülmelik zamanında (98/716) yılında
Mesleme b. Abdülmelik komutasında İstanbul’a gelen gönüllü Müslüman askerler,
İstanbul’u üç ay boyunca hem denizden hem de karadan kuşattılar. İstanbul’un
çevresinde fethettikleri arazilere ev yaparak ekip-biçmeye başladılar. Bu,
onların İstanbul’u almaya ne kadar kararlı olduklarını anlatıyordu. Halife’nin
kardeşi olan Mesleme b. Abdülmelik, verimli topraklarda yetiştirdikleri buğday,
mısır, arpa gibi tahılların korunması için tahıl depoları yaptırdı. Bizans
hükümdarı, adam başına bir altın vermek sureti ile Müslümanlara barış
teklifinde bulundu. Fakat Bizans hükümdarının teklifini kabul etmeyen Mesleme
b. Abdülmelik kuşatmayı kaldırmadı. Müslüman askerlerin azmini kıramayacağını
anlayan Bizans hükümdarı, casusları vasıtasıyla Müslümanların tahıl depolarına
sızarak, tahıllarını zehirledi. Bunu tespit eden komutan Mesleme b. Abdülmelik,
tahılları yaktırarak imha etti. Bu defa asker arasında kıtlık baş gösterdi.
Komutan, Şam’da bulunan kardeşi hükümdar Süleyman b. Abdülmelik’ten acil olarak
yiyecek yardımı göndermesini istedi. Fakat çetin kış şartları yüzünden
İstanbul’u kuşatmış olan Müslümanlara gelecek yardım gecikti. Ordu’da açlığın
yanında bir de veba salgını çıktı. Askerin bir kısmı açlıktan ve hastalıktan
kırıldı. O sırada Mesleme b. Abdülmelik’in kardeşi Halife Süleyman b.
Abdülmelik vefat etti. Yerine geçen Ömer b. Abdülaziz’in emri ile kuşatma
kaldırıldı ve sağ kalan askerler geri döndü. Günümüzde Galta’da bulunan “Arap
Camii” o dönemde Mesleme b. Abdülmelik tarafından yaptırılmıştır. Müslümanların
geri çekilmesiyle birlikte, Bizanslılar Galata’ya saldırarak orayı ele
geçirmişler, camii de yıkarak yerine büyük bir kilise yapmışlardı. Daha sonra
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde o kiliseyi tekrar camiye
çevirmiştir. Mesleme b. Abdülmelik’in makamı da Arap Camii’nin avlusundadır.
BEŞİNCİ KUŞATMA:
Halife Hişam b. Abdülmelik zamanında (114/732) yılında
Abdullah el-Antaki komutasında yapılmıştır. Bu kahraman komutana daha sonra “Seyyid
Battal Gâzi” unvanı verilmiştir. 5. Kuşatmada İstanbul’a kadar gelen İslam
Ordusu, Bizans’a karşı büyük zaferler kazanmakla birlikte güçlü İstanbul
surlarını aşamamış ve şehri ele geçirememiştir.
ALTINCI KUŞATMA:
Halife el-Mehdi zamanında ( 165/781) yılında Harun Reşit
komutasında yapılmıştır. Harun Reşit, askerleri ile birlikte Bizanslılarla
savaşarak Üsküdar’a kadar gelmiştir. Burada Bizans’ın teklifi ile yılda 70.000
altın vergi vermek şartıyla 3 yıl süreyle bir barış yapılmıştır. İslam Ordusu
birçok ganimetle geri dönmüştü. Ertesi yıl Bizans İmparatoriçesi İrene
anlaşmayı bozunca Harun Reşit 100.000 kişilik bir ordu ile tekrar geldi.
Üsküdar yakınlarında yapılan savaşı İslam Ordusu kazandı. Bizanslılar 55.000
ölü, 6.000 esir verdi. 120.000 hayvan ganimet olarak Müslümanların eline
geçmişti. Bu yenilgi üzerine İmparatoriçe İrene, Müslümanlara yeni bir anlaşma
teklif etti. Bizans’ın 70.000 altın vermesi ve İslam Ordusu’nun yiyecek
ihtiyacını temin etmesi şartı ile yeni bir anlaşma imzalandı.
YEDİNCİ KUŞATMA:
Halife Harun Reşit zamanında (181/797) yılında bizzat Halife
Harun Reşit komutasında gerçekleşmiştir. İslam ordusu İznik civarına kadar
gelmiştir. Buradaki stratejik önemi olan bölgeleri fethederek Kadıköy’e
ulaşmışlardı. O sıralarda Bizans İmparatoriçesi İrene gitmiş yerine tahta
İmparatoriçe Nikiforos geçmişti. Barış anlaşmasının yenilenmesi için teklifte
bulunan Nikiforos, daha önce verilen miktardan fazla vergi vermeleri şartı
bulunan anlaşmayı kabul etti. Rum ateşi (grejuva)’nin tehdidi altında donanmayı
karşıya geçirmenin taşıyacağı sakıncaları göz önüne alan Harun Reşit,
kazandıkları ile yetinerek Bağdat’a döndü.
SEKİZİNCİ KUŞATMA:
Halife Mu‘tasım zamanında (223/837) yılında bizzat Halife
Mu‘tasım komutasındaki İslam Ordusu tarafından gerçekleştirildi. İstanbul
yolunun tamamen açılması için Anadolu’daki sağlam kaleleri fethetmenin önemini
bilen Komutan Mu‘tasım, İstanbul’dan sonra en güçlü surlara sahip olan Amûriye
kalesini fethetmişti. Amûriye Kalesi çok sarp ve kayalık olduğu ve çok muhkem
surlarla çevrili olduğu için Bizanslılar, o zamana kadar Amûriye’nin asla
düşmeyeceğine inanıyorlardı. Müslümanlar Amûriye Kalesi’ni alınca İstanbul’un
da ellerinden gideceği telaşına kapıldılar. Müslümanların istedikleri vergiyi
ödemeyi kabul ederek barış yaptılar. İslam Ordusu da İstanbul’u kuşatmaktan
vazgeçip birçok ganimetle geri döndü.
İSTANBUL’DAKİ SAHABE KABİR VE MAKAMLARI:
Osmanlı’dan önce Müslümanlar tarafından fethedilmek üzere 8
defa kuşatılmış olan İstanbul’da birçok sahabe kabir ve makamları bulunmaktadır.
HALİD B. ZEYD EBU EYYUB EL-ENSARİ [r.a] (EYÜP SULTAN):
İstanbul’da yatan sahabeler arasında en çok tanınmış
olanıdır. Tam adı Halid b. Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari olan Eyüp Sultan (r.a.),
Medine-i Münevvere’nin ileri gelen iki kabilesinden biri olan Hazrec
Kabilesi’nin Neccaroğulları kolunun başkanı idi. Peygamberimiz (s.a.v.)’in
dedesi Abdülmuttalib’in annesi de Hazrec Kabilesine mensuptu. Halid b. Zeyd (r.a.),
İkinci Akabe biatında Müslüman olmuştur. Mekkeli müşriklerin Müslümanlar
üzerindeki baskıları artınca Müslümanlara Mekke’den Medine’ye hicret etme izni
verilmişti. En son Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ebubekir (r.a.) ile birlikte
hicret etmişti., Halid b. Zeyd (r.a.), onların yola çıktığını öğrendiğinde
diğer Medineli Müslümanlar gibi heyecanla beklemeye başlamıştı. Herkesin gönlü,
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i evinde misafir etmek için yanıp tutuşuyordu. Peygamberimiz
(s.a.v.), kimseyi kırmak istemiyordu. Kendisini misafir etmek için ararlında
adeta yarışan kalabalığa devesini işaret ederek: “Onu serbest bırakın Kimin
evinin önünde çökerse, o evde kalacağım.” Buyurdu. Resulullah (s.a.v.)’ın
devesi Halid b. Zeyd (r.a.)’in evini önünde çökünce, kimse sonuca itiraz
etmedi. Resulullah (s.a.v.), kimseyi kırmadan kalacağı evi seçmiş oldu ve
kendisine yeni bir ev yapılıncaya kadar Halid b. Zeyd (r.a.)’in evinde misafir
oldu. Ondan sonra Ebû Eyyub(r.a.)’un evi İslamiyet’in tebliğ edildiği bir
merkez haline geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kendi evine taşındıktan
sonra bile zaman zaman Halid b. Zeyd (r.a.)’in evine misafir oluyordu. Ebu
Eyyub el-Ensâri (r.a.) ise “mihmandar-ı Resulullah (s.a.v.)” diye
anılmaya başlandı.
Ebu Eyyub el-Ensâri(r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in
bütün savaşlarına onunla beraber katılmıştır. Savaşırken Resulullah (s.a.v.)’a
zarar gelmemesi için göğsünü ona siper ederdi. Müşriklerin suikast ihtimaline
karşı, geceleri onun çadırının etrafında nöbet tutardı. Ebu Eyyub el-Ensâri
(r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in vahiy kâtiplerindendi. Resulullah
(s.a.v.)’in vefatından sonra da Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) dönemlerinde
fetih hareketleri için kurulan ordulara gönüllü olarak katılmıştır. Ebu Eyyub
el-Ensâri (r.a.), Mescid-i Nebevî’de bir süre imamlık yapmıştır. Ali (r.a.),
halife olduktan sonra Medine dışına çıkacağı zaman Ebu Eyyub el-Ensâri
(r.a.)’yi yerine vekil bırakırdı. Ebu Eyyub el-Ensâri (r.a.), cihat ruhunu diri
tutan bir mücahit olduğu gibi aynı zamanda bir âlimdi.
Ebu Eyyub el-Ensâri (r.a.)’nin katıldığı son sefer İslam
Ordusu’nun II. İstanbul kuşatması oldu. Resulullah (s.a.v.)’in müjdesine
erişebilmek için 84 yaşında bir ihtiyar olmasına rağmen gönüllü olarak orduya
katılmıştı. 48/668 yılı ilkbaharında İslam ordusu ile birlikte İstanbul
önlerine kadar geldi. Fiilen savaştı. Kuşatma devam ederken, Şehri gezmek ve
Ayasofya’yı ziyaret etmek amacı ile Bizans Kralı’ndan alınan izinle yanına
kendisi gibi mücahitleri de alarak İstanbul’a girip Ayasofya’ya gitti. Ebu
Eyyub el-Ensâri (r.a.) ve yanındaki Müslüman askerler Ayasofya’da iki rek‘at
namaz kıldı. Ancak sivil sıfatıyla ve gezmek amacıyla Bizans hükümdarından
izinli olarak şehre girmiş olmalarına rağmen, onlar Ayasofya’da namaz kılarken
bazı papazlar İstanbul halkını onların aleyhine kışkırttı. Halk, Ayasofya’dan
çıktıktan sonra Ebu Eyyub el-Ensâri (r.a.) ve yanındaki Müslüman askerlere
saldırdı. Papazlar tarafından öfkesi iyice kabartılmış olan halk onları
taşlıyor, geçtikleri yolların üzerindeki evlerden üzerlerine kızgın yağ
döküyordu. Ebu Eyyub el-Ensâri (r.a.) ve yanındakilerin çoğu şehit olmuştu. Kafile
kendisini savuna savuna Eğrikapı’ya kadar geldi. Edirnekapı-Eğrikapı arasındaki
dar yollarda sıkıştırıldıklarında üzerlerine gelen taş yağmuru ve kızgın yağ
eziyeti son haddine ulaşmıştı. Son bir gayretle Eğerikapı’dan şehir dışına
çıkmayı başardılar. 15 kişi kalmışlardı. Yaralı ve bitkinlerdi. Ebu Eyyub
el-Ensâri (r.a.) de yaralıların
arasındaydı. Başına taş isabet etmişti. Hazret o günden sonra bir daha
iyileşemedi. Kuşatmanın en şiddetli günlerinde onun hastalığı da iyice
artmıştı. İslam Ordusu Komutanı Mu‘âviye onu ziyarete gelmişti. Bir arzusu olup
olmadığını sordu. Ebu Eyyub el-Ensâri (r.a.) şöyle dedi: “Beni düşman
karakollarına yakın bir yere kadar götürüp, orada defnedin. Resulullah
(s.a.v.)’tan, Konstantiniye (İstanbul) Surları’nın yakınına salih bir kimsenin
defnolunacağını duymuştum. O kişinin ben olacağımı umuyorum. . Ebu Eyyub
el-Ensâri (r.a.), kuşatma sürerken vefat etti. Cenaze namazını ordu komutanı
kıldırdı. Vasiyet etmiş olduğu gibi surlara yakın bir yere, bugün Eyüp Sultan
Camii’nde türbesinin bulunduğu yere defnettiler.
Bizans Kralı Konstantin ve kurmayları surların üstünden
İslam Ordusu’ndaki hareketliliği görünce sebebini araştırdılar. Konstantin,
İslam Ordusu çekip gittikten sonra orayı tahrip edeceğini ve cenazeyi
mezarından çıkarıp vahşi hayvanlara yedireceğini Müslümanlara elçi vasıtasıyla
bildirdi.[1] İslam
Ordusu komutanı ise Konstantin’e, böyle bir şey yaptığı takdirde kontrolleri
altında olan topraklarda hiçbir kilise ve Hıristiyan azizinin mezarını
bırakmayacağını ve ellerindeki Hıristiyan büyüklerini öldüreceğini bildirdi. Bu
ciddi tehdit karşısında Kral Konstantin, mezarı tahrip etmeyeceklerini ve
koruyacağını bildirdi. “…Ebu Eyyub
el-Ensâri (r.a.)’nin kabrinin sonraları bir bina içine alındığı, kıtlık
zamanında onun kabrini ziyarete gelen Hıristiyanların onun hürmetine yağmur
istediği ve asırlar boyunca bu kabrin korunduğu söylenmekte, bazı seyyahların
verdiği bilgiler de bu rivayetleri doğrulamaktadır.”[2] Ancak geçen
zamanla birlikte Ebu Eyyub el-Ensâri (r.a.)’nin kabri düzleşmiş ve yeri
belirsiz olmuştur. 1204 yılındaki Latin istilası sırasında şehrin üç gün
boyunca yağmalanmıştır. Hıristiyanlarca
kutsal sayılan yerler tahrip edilerek yıkılırken, çevresinde bulunan manastır,
kilise, ayazma ve Hıristiyanlara ait kutsal mezarlarla birlikte Eyyub el-Ensâri
(r.a.)’nin kabrinin de tahrip edilmiş olması muhtemeldir. Fatih Sultan Mehmet,
İstanbul’u fethettikten sonra surların dibinde olduğunu bildiği Ebu Eyyub
el-Ensâri (r.a.)’nin kabrini bulması için hocası Ak Şemseddin’den yardım istedi.
Ak Şemseddin, keşf ve keramet yolu ile
Ebu Eyyub el-Ensâri (r.a.)’nin kabrini buldu. Fatih Sultan Mehmet kabrin
üzerine bir türbe, etrafına bir cami ve bir medrese yaptırdı. Bütün bunların
korunabilmesi için ise bir vakıf kurdu. Daha sonra bu binalara bir aşevi ve bir
hamam ilave ettirdi. Ebu Eyyub el-Ensâri (r.a.)’nin türbesinin bulunduğu semt “Eyüp”
adını aldı. Zamanla Eyyub el-Ensâri (r.a.) İstanbulluların gönlünde“Eyüp
Sultan” olarak yer kazandı. Cami de “Eyüp Sultan Camii” olarak
anılmaya başlandı. Osmanlı Padişahlarının kılıç kuşanma törenleri burada
yapılıyordu. Eyüp Sultan Türbesi Sultan I. Ahmet zamanında, bugünkü halini
almıştır. Sultan I. Ahmet döneminde kıble tarafına bakan türbe girişinin önüne
ziyaret bölümü, cüzhâne ve sebil ilave olunmuştur.
MUHAMMED B. CÂBİR EL-ENSÂRÎ(r.a.):
Muhammed b. Câbir el-Ensârî (r.a.), annesi Dâye Hâtun ve
babası Câbir, İstanbul’u kuşatan İslam Ordusu’na gönüllü olarak katılmışlardır.
Türbesi, Eyüp’te Düğmeciler Caddesi ile Ümmü Sinan Sokağı’nın birleştiği yerde
Dökmeciler Camii’nin bahçesindedir. Üst yoldan Eyüp’e giden belediye otobüsleri
ile gidilebilir. Türbesindeki mermer taş üzerinde bilgisi yazılıdır.
EBÛ DERDÂ (r.a):
Asıl adı, Uveymir b. Zeyd b. Kays’dır. Hazrec Kabilesi’den
olup Medineli ensârdandır. Bedir savaşı sırasında Müslüman olmuştur. Ebû Derdâ
(r.a.), Ömer (r.a.) döneminde
fethedilmiş olan Şam’da kadılık yaparak kadı olan ilk sahabe olmuştur. Ebû Derdâ (r.a.)’nın makamı Eyüp’te Cezrî
Kasım Mahallesi Zal Mahmut Paşa Caddesi 49 numaradadır. Ebû Derdâ (r.a.)’nın
Üsküdar Karacaahmet Kabristanı’nda ve Bartın’da birer makamı daha
bulunmaktadır.
ETHEM (r.a.):
Eyyub el-Ensâri (r.a.)’nin sakalarındandır. Türbesi, Eyüp’e
inerken Baba Haydar’dan Otlakçılar’a giderken yolun sağında, Arpacı Hayrettin
Mescidi’nin karşısında, şehit düştüğü yerdedir. Adresi, Eyyub-Cezeri Kasım
Mahallesi Abdurrahman Şeref Sokağı 26 numaradır.
Türbe içindeki diğer kabirlerden biri, saray hocalarından
Hafız Abdullah Efendi’ye, diğeri Eyüp Sultan Camii imamlarından Abdurrahman
Şeref Efendi’ye aittir.
KA‘B (r.a.):
Türbesi Eğrikapı’dan Ayvansaray’a inen yolun sağ
tarafındadır.
ABDUSSADIK AMİR B.UBÂDE B. SÂME (r.a.)
Bazı kayıtlarda Abdullah b. Âmir diye de geçmektedir.
Emeviler döneminde İstanbul’un fethi için orduya gönüllü olarak katılmış
sahabelerdendir.
Kabri Eyüp-Abdülvahit Mahallesi’ndedir.
HÂFİR (r.a.):
Eyyub el-Ensâri (r.a.)’nin yeğenidir. İstanbul kuşatması
sırasında Eğrikapı önünde şehit düşmüştür. Türbesi, Eyüp’te Abdülvedûd
Mahallesi, Eğrikapı Sokağı’nda sur duvarına bitişiktir.
EBÛ ŞEYBETİ’L-HUDRÎ(r.a.):
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sütkardeşidir. Eyyub
el-Ensâri (r.a.) ile birlikte gönüllü olarak İstanbul’un fethi için gelen
sahabelerdendir. Ebû Şeybeti’l-Hudrî (r.a.), 90 yaşında iken İstanbul
kuşatmasına katılmış ve surların dibinde şehit düşmüştür. Oğlu Müris de onunla
birlikte kuşatmaya katılmıştır. Türbesi Fatih / Atik Mustafa Paşa Mahallesi
(yeni ismi ile Karabaş Mahallesi), Toklu İbrahim Dede Sokağı’ndadır. Toklu
İbrahim Dede Kabristanı olarak bilinen yerde birçok isimsiz sahabe kabri vardır.
Ebû Şeybeti’l-Hudrî (r.a.)’nin kabrinin yeri, Eyyub el-Ensâri (r.a.)’nin
kabrinin yeri kadar kesindir.
HAMDULLAHİ’L-ENSÂRÎ:
Hamdullahi’l-Ensârî(r.a.)’nin kabri Ayvansaray’da; Fatih / Atik Mustafa Paşa Mahallesi (yeni
ismi ile Karabaş Mahallesi), Toklu İbrahim Dede Sokağı’nda, Ebû Şeybeti’l-Hudrî
(r.a.) ve Ahmedu’l-Ensari (r.a.)’nin kabirleri ile aynı yerdedir.
AHMEDU’L-ENSARÎ (r.a.):
Eyyub el-Ensâri (r.a.) ile birlikte İstanbul’un fethi için
gelip şehit olan sahabelerden biridir. Türbesi, Ayvansaray’da Toklu İbrahim
Dede Kabristanı’ndadır.
MUHAMMEDU’L-ENSÂRÎ (r.a.):
İkinci İstanbul kuşatmasına gönüllü olarak katılmış ve
48/669 yılında şehit düşmüştür. Kabri, Parmakkapı’da Fatih’e bağlı Atik Mustafa
Mahallesi, Ayvansaray Caddesi’ndedir.
,
CÂBİR B. ABDULLAH EL-ENSÂRÎ (r.a.):
Eyyub el-Ensâri (r.a.)’nin alemdarlarından olan Câbir b.
Abdullah el-Ensârî (r.a.)’nin babası Uhud şehitlerindendir. Hanımı Dâye Hâtun
ve oğlu Mumammed’le birlikte İstanbul kuşatmasına katılmıştır. Makamı,
Ayvansaray’da Câbir Camii’nin içinde minberin yan tarafındadır. Câbir b.
Abdullah el-Ensârî(r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den 1.500 hadis-i şerif
rivayet etmiştir. Eşi Dâye Hâtun, İstanbul’da vefat etmiş ve Şimdiki Sümbül Efendi
Camii’nin avlusuna defnedilmiştir. Câbir b. Abdullah el-Ensârî(r.a.),
İstanbul’da bir müddet kaldıktan sonra Medine’ye dönmüş ve 94 yaşında iken
Medine’de vefat etmiştir. Bundan dolayı İstanbul’daki türbesi onun kabri değil
makamıdır.
EBU ZERR EL-ĞIFÂRÎ (r.a.):
Ebû Zerr el-Ğıfârî(r. a),
ilk Müslümanlardandır. Makamı, Fatih /Ayvansaray, Atik Mustafa Paşa
(yeni adı Karabaş) Mahallesi’nde Lonca Caddesi ile Ağaçlı çeşme ve Marul Sokakları’nın
kesiştiği yerde bulunmaktadır. Ashab-ı Suffe’den olan Ebû Zerr el-Ğıfârî(r.
a), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den 281
hadis-i şerif rivayet etmiştir. Oğlunu, Medine yakınlarında Resulullah
(s.a.v.)’ın koyunlarını otlatırken kâfirlerin yaptığı bir baskın sonucu şehit
vermiştir.18/639 yılında Kudüs’ün, 23/643 yılında Kıbrıs’ın fethine katılmıştır.
Ebû Zerr el-Ğıfârî(r. a), Mekke yolu üzerinde Medine’ye 3 mil uzaklıktaki Rebeze adlı
yerde vefat etmiştir. Bundan dolayı İstanbul’daki türbesi onun kabri değil
makamıdır.
ABDULLAH EL-HUDRÎ (r.a.):
Abdullah el-Hudrî (r.a.)’ın türbesi, Fatih /Atik Mustafa
Paşa (yeni adı Karabaş) Mahallesi, Ayvansaray-İvaz
Efendi Camii yakınlarında Kandilli Türbe Sokağı’ndadır. Sur dibine yakın bir
yerde şehit düşmüştür.
ŞU‘BE (r.a.):
Adı bazı kaynaklarda Şa ‘be olarak geçmektedir. Türbesi
Fatih / Avcıbey Mahallesi, Şişhane Caddesi üzerindedir. Şu ‘be (r.a.), İslam
Ordusu’nun Bizans kuşatması sırasında, Ayasofya’yı ziyaret etmek ve orada namaz
kılmak için Kral Konstantin’den izin alarak İstanbul’a giren ve ziyaret dönüşü
papazların kışkırtması sonucu Bizans halkının saldırısına uğrayarak şehit olan
askerlerin arasındaydı.
EBÛ SA ‘ÎD EL-HUDRÎ (r.a.):
Künyesi Sa‘d b. Mâlik b. Sinândır. Makamı, Fatih /Atik
Mustafa Paşa (yeni adı Karabaş) Mahallesi Kariye Camii yanındadır. Ebû Sa‘îd
el-Hudrî (r.a.), Resulullâh (s.a.v.)’den 1.170 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
74 / 693 yılında 86 yaşında Medîne’de vefat etmiştir. İstanbul’daki türbe, onun
kabri değil makamıdır.
HÜSÂM B. ABDULLAH (r.a.):
Fatih/Ayvansaray Mahallesi, Salmatomruk Caddesi Türbe
Sokağı’ndaki tarihi sultan Hamamı’nın bahçesinde bulunan türbe Hüsâm b.
Abdullah (r.a.)’ındır.
HASAN (r.a.) VE HÜSEYİN (r.a.)
Türbeleri, Fatih/ Hoca Sinan Mahallesi, Hasan Hüseyin
yokuşundadır. Ashâb-ı kirâmdan olan Hasan (r.a.) ve Hüseyin (r.a.) kardeşler,
İslam Ordusu ile birlikte İstanbul’a gelmiş ve Ebû Eyyûb el- Ensârî (r.a.)’nin
hizmetinde bulunmuş olan mücahitlerdir. Birçok Müslüman’ın şehit edildiği
Ayasofya ziyareti dönüşü şehit düşmüşlerdir. Hasan (r.a.) ve Hüseyin (r.a.) ile
birlikte aynı yerde şehit edilmiş olan Zübeyr (r.a.) isimli bir sahabenin kabri
de onların yanındadır.
ZÜBEYR (r.a.):
Türbesi, Fatih/ Hoca Sinan Mahallesi, Hasan Hüseyin
yokuşunda ve Hüseyin (r.a.) ile birlikte aynı yerdedir. İkisi kardeş olan bu üç
sahabe, Ayasofya ziyareti dönüşü papazların kışkırttığı şehir halkı tarafından
birlikte şehit edilmişlerdir. Hasan (r.a.), yokuşun başında, Zübeyr (r.a.)
hemen onun yanı başında, Hüseyin (r.a.) yokuşun ortasında şehit edilmiştir.
Şehit düştükleri yere defnedilmiş olan kabirleri zamanla düzlenmiş, İstanbul’un
fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in gayreti ile tespit edilmiş ihya
edilmişti. Ancak aradan geçen zaman içinde kabirler yeniden düzenlenmiş fakat
Zübeyr (r.a.)’ın kabrinin yeri bu arada meçhul kalmıştır.
CA‘FER B. ABDULLAH EL-ENSÂRÎ (r.a.):
Fatih / Hoca Kasım Günâni Mahallesi, Sultan Çeşmesi ve Yörük
sokaklarında yer alan Hoca Kasım Günâni Camii ve Ca‘fer b. Abdullah (r.a.)’ın
kabri vardır. Kabir bahçe içinde ve Caminin duvarına bitişiktir. Ca‘fer b.
Abdullah (r.a.), Ebû Eyyûb el- Ensârî (r.a.)’nin sakasıdır. İstanbul’un fethi
için orduya gönüllü katılmıştır.
ABDULLAH EL-ENSÂRÎ (r.a.):
Fatih/ Hoca Kasım Günâni Mahallesi, Kürkçü Çeşme Sokağı’nda medfundur.
Kabri, Edirnekapı/ Salmatomruk’tan Balat’a doğru inen Hoca Kasım Günâni
Camii’ni bira geçtikten sonra sağ tarafta, yolun bitimine yakın yerdedir.
Abdullah el-Ensârî (r.a.), muhtemelen Hasan (r.a.) ve
Hüseyin (r.a.) kardeşlerle birlikte, Bizanslılar tarafından pusuya düşürülerek
şehit edilmiştir. Medfun olduğu yerde dört kabir daha vardır. Fakat kimlikleri
belli değildir.
HÜSEYİN B. SADIK (r.a.):
Hüseyin b. Sadık (r.a.), Mekke’de doğmuş, çocuk yaşta
Müslüman olmuştur. Hulefa-i Raşidin’e (4 büyük halifeye) hizmet etmiştir.
Gönüllü İslam Ordusu ile gelerek II. İstanbul kuşatmasına katılmıştır. Kendi imkânları
ile bir merkep satın alarak ordunun su ihtiyacını gideren sakalık görevini
üstlenmiştir. Bizans, İslam Ordusu’nun II. İstanbul kuşatmasına direnirken
Grejuva (Suda bile sönmeyen Rum ateşi)yı keşfedince, İstanbul’u kuşatan
Müslüman gemilerini yakmışlardı.
İslam Ordusu daha fazla zayiat vermemek için Şam’a geri
dönmeye karar vermişti. İslam Ordusu’nda sakalık yapan Hüseyin b. Sadık (r.a.),
Parmakkapı Surları’nın iç kısımlarında Balat’ta oturan Rumlar’a ve Yahudilere
de su veriyordu. Bundan dolayı ona sempati duyuyorlar ve “Sadık Baba” diyorlardı. İslam Ordusu geri dönerken bir grup sivil
Rum ona kalmasını ve kendilerine sakalık yapmasını rica etti. Hüseyin b. Sadık
(r.a.) kabul edince, Bizans İmparatoru’ndan onun için izin aldılar ve ona
Balat’la Fener
arasında bir ev verdiler. Hüseyin b. Sadık (r.a.), güler yüzlü, sempatik birisi
idi. Örnek bir Müslüman hayatı yaşadığı için çevre halkının ona olan ilgisi
gitgide çoğalıyordu. Merkebi ile sur dışındaki su kaynaklarından halka su
taşırken bir yandan da İslam’ı tebliğ ediyordu. Rumlar arasında İslamiyet
yayılmaya başlamıştı. Bu durum yobazların hiç hoşuna gitmedi. Hüseyin b. Sadık
(r.a.)’ı Kral Konstantin’e şikâyet ettiler ve bir gece kralın emri ile evini
basarak yatağında uyurken şehit ettiler. Hüseyin b. Sadık (r.a.)’ın kabri,
fetihten sonra Ebû Eyyûb el- Ensârî (r.a.)’nin ve diğer bazı sahabelerin
kabirleri gibi keşf ve keramet yolu ile tespit edilerek ihya edilmiştir.
ABDURRAHMAN B. HALİD B. VELİD (r.a.):
Abdurrahman b. Hâlid b. Velid(r.a.), “Seyfullah” (Allah’ın
kılıcı) adıyla tarihe geçmiş olan büyük İslam kumandanı Hâlid b. Velid
(r.a.)’in oğludur. 49/669 yılında İslam Ordusu’nda kuşatmaya katılmıştır.
Düşmanla göğüs göğse çarpışırken surların dibinde Abdülazizb.Zürare(r.a.) ile
birlikte şehit olmuştur. Kabri tahrip edilmiş ve yeri belirsizleşmiştir.
.ABDÜLAZİZ B. ZÜRÂRE (r.a.):
Abdülaziz b. Zürâre(r.a.), 49/669 yılında İstanbul
kuşatmasına katılmış ve düşmanla savaşırken surların dibinde şehit düşmüştür.
Kabri tahrip edilmiş ve yeri belirsizleşmiştir. Edirnekapı ile Ulubatlı
arasında surların iç kısmında Abdurrahman Paşa ve refiki diye bilinen iki kabir
vardır ki muhtemelen. Abdülaziz b. Zürâre(r.a.) Abdurrahman b. Hâlid b.
Velid(r.a.)’e aittir. Yerleri fetihten sonra belirlenmiştir. Türbeler, İgdaş
binasından Edirnekapı’ya doğru çıkarken yolun sol tarafındadır.
DÂYE HÂTUN (r.anhâ):
Asıl adı Süheyme binti Mes‘ûd (r.anhâ)’dur. Eşi Haz. Câbir (r.a.) ve oğlu
Muhammed (r.a.) ile birlikte orduya gönüllü katılarak İstanbul’a gelmiştir.
Kabri Koca Mustafa Paşa’da Sümbül Efendi Camii’nin avlusundadır. Dâye Hâtun
(r.anhâ)’un kabrinin yanında, Çifte Sultanlar diye anılan ve Hz. Ali (r.a.)’nin
torunları olan Sâkine (r.anhâ) ve Fatıma (r.anhâ)’nın kabirleri vardır. Burada
isimleri bilinmeyen 4 sahabe kabri daha mevcuttur. Sümbül Efendi Câmii’nin
avlusunda ayrıca sonradan Müslüman olan ve İslam inancından dönmediği için
şehit edilen Bizans İmparatoru’nun kızı ( Sarı Sıdıka)’nın kabri de vardır.
ABDURRAHMAN ŞÂMÎ (r.a.):
Hz. Ebûbekir
(r.a.)’in kayınbiraderi olan Abdurrahman Şâmî (r.a.), Ebû Eyyûb el- Ensârî
(r.a.)’nin sancaktarlarındandır. İstanbul kuşatmalarından birinde, Ayasofya’da
namaz kılmak için Müslüman askerlerin bazılarının, Bizans İmparatoru’ndan özel
izin alarak yaptıkları Aysofya ziyareti akabinde papazların kışkırttığı
İstanbullular tarafından saldırıya uğrayarak şehit olan Müslümanlardandır.
Abdurrahman Şâmî (r.a.)’nin türbesi Ayasofya Camii ile Sultanahmet Camii
arasında Tevfikhane sokağı ile Kabasakal Sokağı’nın kesiştiği köşededir.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından kabrinin yeri tespit
ettirilerek mütevazı bir türbe yaptırılmıştır.
AMR B. EL-ÂS (r.a.):
Ashab-ı kiramdan olan Amr b. el-Âs (r.a.) cesur bir asker ve
büyük bir komutandır. İstanbul’daki makamı Beyoğlu-Karaköy, Kemankeş Mustafa
paşa Mahallesi Kemankeş Caddesi üzerinde bulunan Kurşunlu Mahzen denilen
Yeraltı Camiinin içindedir. Müslüman olduktan sonra büyük bir İslam komutanı
olarak başta Mısır’ın fethi olmak üzere İslam’a birçok hizmeti olmuştur. Amr b. el-Âs (r.a.), 90 yaşında iken Mısırda
vefat etmiştir. İstanbul’da bulunan yer onun türbesi değil makamıdır.
VEHB B. HUŞEYRE (r.a.):
Vehb b. Huşeyre’nin makamı Beyoğlu-Karaköy, Kemankeş Mustafa
paşa Mahallesi Kemankeş Caddesi üzerinde bulunan Kurşunlu Mahzen denilen Yeraltı
Camiinin içindedir.
SÜFYÂN B. UYEYNE (r.a.):
Süfy’an b. Uyeyne (r.a.)’nin makamı, arkadaşları olan Amr b.
el-Âs (r.a.) ve Vehb b. Huşeyre (r.a.) ile aynı yerde Beyoğlu-Karaköy, Kemankeş
Mustafa Paşa Mahallesi Kemankeş Caddesi üzerinde bulunan Kurşunlu Mahzen
denilen Yeraltı Camiinin içindedir.
ABDÜLVEHHÂB (r.a.):
Resulullah (s.a.v.)’in sancaktarlarındandır. 48/668
yılındaki İstanbul kuşatmasında İslam Ordusu Kadıköy, Üsküdar civarında
karargâh kurmuştu. Ancak arada deniz olması, İstanbul’u koruyan surların
sağlamlığı ve ağır kış şartları yüzünden İslam Ordusu kuşatmayı erteleyerek
Suriye’ye dönmüştü. Muhtemelen Abdülvehhâb (r.a.) dönme hazırlığı sırasında
hastalanmış ve vefat ettiği yere defnedilmişti. Defnedildiği yer Üsküdar
Dereboyu’ndadır.
EBÛ DERDA (r.a.):
Asıl adı Uveymir b. Zeyd olan Ebû Derdâ (r.a.), Medineli
ensârdan ve Hazrec Kabilesindendir. Aynı zamanda büyük bir İslam âlimi olan Ebû
Derdâ (r.a.)’nın Eyüp Zal Mahallesi Paşa Caddesi No: 49’da; Bartın’da ve
Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı’nda birer makamı vardır.
DOKUZUNCU KUŞATMA:
1391 yılında Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid tarafından
gerçekleştirildi.7 ay süren kuşatma Bizanslılarla yapılan anlaşma sonucu
kaldırıldı. Anlaşma maddeleri:
Bizanslılar, Türkler’e
700 ev verecek ve bunlarla bir Türk mahallesi kurulacak. İstanbul’da kadısı
Osmanlı Devleti tarafından tayin edilecek bir mahkeme kurulacak.
Bir cami yapılacak.
İstanbul’da bir Türk
askeri mıntıkası olacak ve buraya 6000 kişilik Türk garnizonu yerleşecek.
ONUNCU KUŞATMA
1395 yılında yine Yıldırım Beyazıt tarafından yapılmıştır.
1401 yılında Yıldırım Beyazıt’ın Timur’la yapmış olduğu Ankara savaşında esir
düşmesinden sonra Bizans Kralı Konstantin anlaşmayı tek taraflı olarak bozmuş, Müslümanları
İstanbul’dan çıkarmıştır.
Bir nîm neş’e say bu cihânın bahârını
Bir sâgâr-ı keşîdeye tut lâlezârını
Bir dem mi var ki âh ederek anmaya gönül
Ey serv-kad seninle geçen rüzgârını
Şevk-ı tamâm va‘de-i ferdâyı dinlemez
Reşk âna kim cihânda bugün buldu yârını
Îrân-zemîne tuhfemiz olsun bu nev-gazel
İrgürsün Isfahân’a Sitanbul diyârını
Düşmen ne denlü saht ise de şâd ol ey Nedîm
Seng üzre gösterür zer-i kâmil ayârını
Bir sâgâr-ı keşîdeye tut lâlezârını
Bir dem mi var ki âh ederek anmaya gönül
Ey serv-kad seninle geçen rüzgârını
Şevk-ı tamâm va‘de-i ferdâyı dinlemez
Reşk âna kim cihânda bugün buldu yârını
Îrân-zemîne tuhfemiz olsun bu nev-gazel
İrgürsün Isfahân’a Sitanbul diyârını
Düşmen ne denlü saht ise de şâd ol ey Nedîm
Seng üzre gösterür zer-i kâmil ayârını
Nedîm
ONBİRİNCİ KUŞATMA VE FATİH SULTAN MEHMET’İN İSTANBUL’U FETHİ:
Osmanlı padişahı II. Mehmet (1432-1481)’in 6 Nisan 1453 günü
başlatmış olduğu kuşatma 29 Mayıs 1453 günü İstanbul’un fethedilmesi ile
sonuçlanmış ve Resulullah (s.a.v.)’ın “Konstantiniye (İstanbul) muhakkak
feth olunacaktır.” müjdesi gerçekleşmiştir.
İSTANBUL’UN FETHİNİ GÖREN ÜSKÜDAR
Üsküdar, bir ulu rü’yayı görenler şehri!
Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri.
Hepsi der: “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim, İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!”
Elli üç gün en mehâbetli temâşâ idi o!
Sanki halkın uyanık gördüğü rü’yâ idi o!
Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatırâdan;
Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan;
Canlanır levhası hâlâ beşer ettikçe hayâl;
O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl.
Gürlemiş Topkapı’dan bir yeni şiddetle daha
Şanlı nâmıyle “Büyük Top” denilen ejderha.
Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,
Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Halic’e;
Son günün cengi olurken, ne şafakmış o şafak,
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul’a yüzbin meleğin uçtuğunu;
Saklamış durmuş asırlarca hayâlinde bunu.
Yahya Kemal Beyatlı
II. MEHMET HAN’IN İSTANBUL’U FETHETMEK İÇİN YAPMIŞ OLDUĞU HAZIRLIKLAR:
İstanbul’u fethetmeyi hayatının en büyük hedefi olarak
seçmiş olan Büyük kumandan ve Osmanlı Sultanı II. Mehmet Han (1432-1481),
İstanbul’un fethi için birçok hazırlık yapmıştı. Kendisinin başkumandanlığını
yapacağı 200.000 kişilik bir Fetih Ordusu kurdu. Tarihteki İstanbul kuşatmalarının
başarısızlığının sebepleri arasında, İstanbul’a denizden yapılacak muhtemel bir
girişi önlemek için Haliç’e çekilmiş olan zincir, Bizans’ın elinde bulunan ve
suda bile sönmeyen Rum ateşi, İstanbul’u koruyan etrafı su dolu derin
hendeklerle çevrilmiş muhkem surlardı. Sultan II. Mehmet Han, Edirne’de,
İstanbul’un muhkem surlarını dövüp yıkabilecek evsafta toplar döktürdü.
Topların dökümünde Macar mühendisler çalışmış olmakla birlikte, kullanılacak
malzemenin oranını, topların vuracağı mesafeyi, yapacağı tahribatı kendisi
hesapladı. Çünkü II. Mehmet Han aynı zamanda iyi bir mühendisti. Büyük dedesi Beyazıt’ın
İstanbul’u kuşatmak için Boğaz’ın Anadolu yakasında yaptırmış olduğu Anadolu
Hisarı’nın karşısına Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı’nın
inşa ettirdi. Rumeli Hisarı’na toplar yerleştirerek Boğaz’dan
geçişi kontrolü altına aldı. Büyük dedesi Beyazıt’ın, Boğaz’ın en dar yerinde
inşa ettirmiş olduğu Anadolu Hisarı’nı tamir ettirdi. Kale
burçlarına toplar yerleştirerek Boğaz’dan geçişi kontrolü altına aldı. Fetih
Ordusu’na lojistik destek sağlamak amacı ile İstanbul civarında bugünkü Eyüp
yakınlarında bir dökümhane yaptırdı. Burası fetihten sonra Dökmeciler adını
almıştır. Sultan II. Mehmet Han, 1453 yılı başlarında Divan-ı Hümayun’u
toplayarak durumu görüştü. 23 Mart 1453 Cuma günü Osmanlı Padişahı Sultan II.
Mehmet Han’ın 200.000 kişilik Fetih Ordusu Edirne’den tekbirlerle yola çıktı.
Günler süren yolculuktan sonra ordu, İstanbul önlerine kadar geldi. Sultan II.
Mehmet Han, Topkapı’nın karşısına tekabül eden Maltepe’de karargâh kurdu.
Bizans Kralı Konstantin’e elçi göndererek, kan dökülmeden şehri teslim etmesini
teklif etti. Kral, İstanbul’u asla teslim etmeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine
6 Nisan 1453 günü Sultan II. Mehmet İstanbul Han, İstanbul kuşatmasını
başlattı. Bizans Kralı, kuşatma karşısında Papa’dan yardım istemeyi düşünüyordu.
Ancak Bizans Başbakanı Lukas Notaras: “Kiliselerimizde Katoliklerin siyah
takkelerini görmektense Türklerin beyaz sarıklarını görmeyi tercih ederim.”
diyerek tercihini cesaretle ortaya koydu.
İSTANBUL KUŞATMASININ EN ATEŞLİ GÜNLERİ:
18 Nisan 1453 günü akşamüzeri hava karardığında bazı gönüllü
Türk askerleri komutanlarının talimatıyla surlara yakın yerlerde siper arkasına
saklandılar ve surlardan açılan gediklerden içeri girmeyi denediler. Surlardan
içeri yalınkılıç dalan kahraman askerler surlarda nöbet tutan birkaç Bizans
askerini saf dışı etti. Gecenin karanlığında “Allah Allah” diye nara atan
gazilere davul ve zurna sesleri eşlik ediyordu. Büyük top mermilerinin
çıkardığı sesler, Anadolu yakasından duyuluyordu. Bizanslılar bütün sur
kapılarını ördüler. Kaynattıkları zeytinyağlarını surlara tırmanmaya çalışan
askerlerin üzerine döküyorlardı. Kuşatma devam ederken Osmanlı Devleti’nin ilk
donanma komutanlarından biri olan Baltaoğlu Süleyman Paşa, 420 parçalık donanma
ile Gelibolu’dan gelerek Boğaziçi’nde bulunan Baltalimanı’na geldi.18 Nisan
günü, Kınalıada, Burgaz Adası, Sedef Adası, Heybeliada ve Büyükada’dan mürekkep
olan Prens Adalarını aldı. Böylece İstanbul kıyılarını sararak Bizans’a yardım
gelmesini engelmiş oldu. Ancak Bizans’a yardım götüren Cenevizlilerle girdiği
çarpışmada yenilince götürülen yardımın Haliç’e ulaşmasını engelleyemedi.
Surların etrafına kurdukları kalaslara tutunarak hendekleri
aşmayı başaran bazı Fetih Ordusu askerleri surlara tırmanırken, Bizanslılar
tarafından üzerlerine kızgın yağ dökülerek haşlanıyorlardı. Şehit düşenlerin
arkasından gelenler, haşlanan arkadaşlarını gördükçe korkmak yerine: “Arkadaşım
şehit oldu ve Cennet’e uçtu. Cennet’e gitme sırası bende.” diyorlar ve yola
devam ediyorlardı. Sonunda Ulubatlı Hasan ve 17 arkadaşı Topkapı surlarına
tırmanmayı Türk Sancağı’nı burca dikmeyi başardı. Bizanslılar tarafından Hasan
ve arkadaşlarına atılan oklar o anda hedeflerini buldu. Türk sancağını Bizans
Surları’nın burcuna dikmeyi başaran yiğitler o mutlulukla hep birlikte Uçmağ’a[3]
varmışlardı.
İstanbul’u koruyan surların çok muhkem olması karşısında Sultan
II. Mehmet Han, Edirnekapı ile Ayvansaray arasında Eğrikapı’dan tünel
kazdırmaya başladı. Ancak durumu fark eden Bizanslılar tüneli çökerterek birçok
askerimizi şehit ettiler.
YEDİKULE ÖNLERİNDEKİ ACI YENİLGİ VE SULTAN II. MEHMET HAN’IN
ATINI DENİZE SÜRMESİ:
20 Nisan 1453 günü Papa’nın Bizans’a yardım için göndermiş
olduğu 4 yelkenli gemi Marmara’da rüzgârın da etkisi ile Haliç’e doğru hızla
ilerliyordu. Sultan II. Mehmet Han, görevi Bizans’a yardım götüren gemilerin
Haliç’e girmelerini engellemek olan Baltaoğlu Süleyman Paşa’nın emrine 9 gemi
vermişti. Baltaoğlu Süleyman Paşa, Donanmasını Haliç’e doğru süratle ilerleyen
Bizansa’ yardım konvoyunu oluşturan 4 büyük gemiye yaklaştırarak teslim
olmalarını teklif etti. Konvoydan karşılık olarak ok yağmuru geldi. Her iki
donanma birbirlerini ok ve taş yağmuruna tutmuşken zaten şiddetli olan rüzgâr
fırtınaya dönüştü. Birbiri ile savaşan gemilerin arasındaki mesafe artan
rüzgârın etkisiyle gitgide açıldı. Bizans’a yardım getiren götüren gemiler
Haliç’e gelince Bizanslılar, Galata’dan Sarayburn’na germiş oldukları zinciri
gevşeterek gemileri Haliç’e aldılar. Gelişmeleri Sarayburnu’nun karşı tarafında
civarında at üstünde izleyen genç hükümdar II. Mehmet Han: “Ya İstanbul beni
ala, ya ben alam İstanbul’u.” diye haykırarak atını denize sürdü. Yüzlerce
askerin şehâdeti ile sonuçlanan tünel faciası ve Baltaoğlu Süleyman Paşa’nın
Donanmasının uğradığı yenilgiden sonra İstanbul surlarının aşılamayacağı
kanaati belirmeye başlamıştı. Sultan II. Mehmet Han, bu düşüncesini hocası Ak
Şemsettin Hazretleri’ne açtı. Hadis-i Şerif’in doğruyu işaret ettiğinden emin
olduğunu ancak Hadis-i Şerif’te geçen “mutlu
komutan”ın belki kendisi olmayacağını, belki Konstantiniye’nin fethinin
başka bir Müslüman komutana nasip olacağını, İstanbul kuşatması yüzünden daha
fazla İslam askeri kanının dökülmesini istemediğini söyledi.
OK
Yavuz Sultan Selim Han'ın önünde
Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı,
Bu yüksek tepeye dikti bu taşı
O gazi hünkârın mutlu gününde.
Vezir, molla, ağa, bey, takım takım
Güneşli bir nisan günü ok attı.
Kimi yayı öptü, kimi fırlattı,
En er kemankeşe yetti uç atım.
Yavuz Sultan Selim Han'ın önünde
Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı,
Bu yüksek tepeye dikti bu taşı
O gazi hünkârın mutlu gününde.
Vezir, molla, ağa, bey, takım takım
Güneşli bir nisan günü ok attı.
Kimi yayı öptü, kimi fırlattı,
En er kemankeşe yetti uç atım.
En son Bektaş Ağa çöktü diz
üstü.
Titrek elleriyle gererken yayı,
Her yandan bir merak sardı alayı.
Ok uçtu, hedefin kalbine düştü.
Hünkâr dedi: “Koca! Pek yaman saldın.
Eğerci bellisin benim katımda,
Bir sır olsa gerek bu ilk atımda.
Bu sihirli oku nereden aldın? '”
İhtiyar, elini bağrına soktu,
Dedi: “ İstanbul muhasarası,
Başlarken aldığım gaza yarası,
İçinden çektiğim bu altın oktu!”
Titrek elleriyle gererken yayı,
Her yandan bir merak sardı alayı.
Ok uçtu, hedefin kalbine düştü.
Hünkâr dedi: “Koca! Pek yaman saldın.
Eğerci bellisin benim katımda,
Bir sır olsa gerek bu ilk atımda.
Bu sihirli oku nereden aldın? '”
İhtiyar, elini bağrına soktu,
Dedi: “ İstanbul muhasarası,
Başlarken aldığım gaza yarası,
İçinden çektiğim bu altın oktu!”
Yahya Kemal Beyatlı
AK ŞEMSETTİN HAZRETLERİ’NİN SULTAN II. MEHMET HAN’A KUR’AN-I
KERİM’DEN BİR AYET-İ KERİME İLE CEVAP VERMESİ:
Ak Şemsettin Hazretleri, Sultan II. Mehmet Han’a, Sebe’
Suresi’nin15. Ayeti’ni okudu, açıkladı ve Âyet-i Kerime’de geçen harflerinin toplamının
857 olduğunu, bunun da içinde bulundukları Hicri 857 (1453M.) yılını işaret
ettiğini açıkladı. Kuşatmayı kaldırmamasını, sebat etmesini ve Allah (c.c.)’ın
yardımı ile fethin yakın olduğunu söyledi.
Sultan II. Mehmet Han hocası Ak Şemsettin Hazretleri’nin
açıklamaları üzerine kuşatmanın devam etmesine karar verdi.
5 Mayıs 1453 günü önce 3 tonluk bir Ceneviz gemisi, ardından
yine Cenevizlilere ait 5 adet gemi batırıldı. Batırılan gemiler kıymetli
ticaret eşyası yüklüydü. Sultan II. Mehmet Han, o gemilerin amaçlarının
ticaretten ziyade Bizans’a ve Kral Konstantin’e yardım için geldiklerini
bildiğini ancak buna rağmen batırdığı gemilerin zararını sahiplerine
ödeyeceğine söz verdi. Cenevizliler bu âlicenaplık karşısında şaşırıp kaldılar.
BİZANS KRALI KONSTANTİN’İN KAYGILARI:
Bizans Kralı Konstantin, Araplar, Acemler ve daha başka kavimler
tarafından defalarca kuşatılmış olan İstanbul’un bu defa ellerinden gideceğini
hissederek kaygılanıyordu. Sonunda üç kişilik bir heyeti elçi olarak Sultan II.
Mehmet Han’ gönderdi ve kuşatmayı kaldırması şartıyla, istediği miktarda
vergiyi vermeyi kabul ettiğini ve hiçbir Hıristiyan Devletle temas kurmamak
üzere kendisinin emir ve himayesinde kalmaya razı olduğunu bildirdi.
SULTAN II. MEHMET HAN’IN BİZANS KRALI KONSTANTİN’E CEVABI:
Sultan II. Mehmet Han, Bizans Kralı Konstantin’e:“Kuşatmayı
kaldırmam. Böyle bir hareket, şehrinizi almak kararına zıt düşer. Şehrinizi
yüzde doksandokuz zapt edeceğim. Eğer herhangi bir mucize olur da bu işi
sonuçlandıramazsam bile çekip gitmeyeceğim. Ölü veya diri sizin elinize
düşeceğim. Bir nokta daha var; Eğer imparatorunuz bu teklifi, Bizans’ın harap
olmaması ve halkın ölüm ve perişanlıktan kurtulması için yapıyorsa, şehri bana
teslim etsin. Kendisine Mora’nın hâkimiyetini bırakırım. Kardeşlerine de birer
beylik veririm. Ondan donra daima dost kalırız.” Cevabını gönderdi.
Bu cevabı alan Bizans Kralı Konstantin, İstanbul’u teslim
etmeyi kabul etmedi.
SULTAN II. MEHMET HAN’IN GEMİLERİ KARADAN YÜRÜTMESİ:
22 Nisan 1453 günü Kasımpaşa –Taksim arasındaki tepeler
Zağanos Paşa tarafından kontrol altına alındı. Zağanos Paşa, büyük surlar
karşısında bulunan Türk Ordusu’nun Haliç tarafındaki sol kanadıyla da çok yakın
irtibat sağlamıştı. Kâğıthane deresi üzerinde bir köprü kuruldu. Sultan II.
Mehmet Han, bizzat çizdiği plana göre Dolmabahçe önlerinde bulunan ve 420
gemiden oluşan donanmanın70 parçalık bölümünü arka arkaya bir gecede Beyoğlu
yarımadasındaki tepelerden aşırarak Haliç’e indirdikten sonra, zincirin
gerisinde kuytu bir yerde demir atmış olan Bizans donanmasını arkadan çevirmeyi
düşünüyordu. Ancak o gün bu düşüncesini kimseye söylemedi. İlk iş olarak
gemilerin geçeceği yolu kontrol altına aldı. Ne Cenevizliler ne de Bizanslılar,
surların yanı başındaki bu hareketliliğin farkına varamadı. Sultan II. Mehmet
Han bir gecede her geminin altına kızak olarak yerleştirilecek olan keresteyi
temin etti. Cenevizlilerin ihanet etme ihtimaline karşı onları tehdit altında
bulundurmak için Galata’nın tepelerinden üçüne üç batarya top yerleştirdi. Aynı
gece Galata’ya hâkim olan en yüksek tepeye kendi nezareti altında büyük bir top
yerleştirdi. Sabahleyin şafak sökerken bu toptan bir gülle atmasını emretti. O
güllelerin çıkardığı müthiş gürültünün bir eşini o güne kadar duymamış olan
Cenevizliler şaşırıp kaldılar. Atılan gülle, çıkardığı siyah duman bulutu arasında
Galata’nın üstünden geçip Haliç’e düştü. O gün akşama kadar 150 mermi
atılmasına rağmen sadece iki gemi batırıldı. Aslında o mermiler gemi batırmak
için değil, donanmanın Haliç’e indirilmesini kamufle etmek içindi. Böylece
onların dikkatini top güllelerine çekerek 120 parça gemiyi yağlı kalaslar
üzerinden kaydırarak Kasımpaşa’ya indirdi. 420 parça gemiden oluşan donanma
Haliç önlerindeydi. Fakat Haliç’in girişine kalın zincirler gerilmiş olduğundan
donanmanın buradan geçmesi mümkün olmuyordu. Genç hükümdar Sultan II. Mehmet
Han kurmaylarına danışıyor, bu işe bir çare arıyordu. Nihayet aklından
geçirdiği müthiş kararı açıkladı. Gemileri kara yoluyla Haliç’e indirecekti.
Tophane’den Kasımpaşa’ya kadar kızaklar döşetti. Kayganlaşması için kızakları
yağlattı. Kızaklara yerleştirilen 70 gemi askerlerin gayretleriyle denizden
karaya çekilerek hazırlanan yoldan haliç’e indirildi. Bütün bu çalışmalar gece
yapılıyordu. Sabahın erken saatlerinden itibaren bu gemiler, Kasımpaşa ile
Ayvansaray arasında yan yana dizilerek köprü oluşturdu.
Istıranca ormanlarında getirilen kerestelerin bir kısmı
kalas olarak kullanılmak üzere içi su dolu hendeklere atıldı. Bir kısım
keresteler de, altı tekerlekli olan savaş kulelerinin yapımında kullanıldı.
Tekerlekli kulelerin etrafındaki mazgallardan düşmana ok atılıyor, kulelerin
üstünden surlara tırmanılıyordu. 7 Mayıs
1453 günü surları yıkmak için top atışları devam etmekteydi. Gün battıktan sonra
çıkan ay ışığından faydalanan 3000 kadar asker, hücum merdivenleri yanlarında
olduğu halde Eğrikapı Surlarından Topkapı’ya doğru olan kısmın zayıf
noktalarını hedef seçerek düşmanla göğüs göğse boğuştular. 5000 kişilik
kuvvetle Eğrikapı surlarına yapılan deneme hücumu sonucunda, akşam güneş
battıktan sonra Eğrikapı surları civarındaki yıkılan sur duvarlarını aşmak için
karanlıktan faydalanan gönüllüler yalınkılıç surlardan açılan gediklerden içeri
daldılar. Eğrikapı surlarında gazilerin naralarından başka büyük topun yaptığı
taciz atışları Bizans’ı korkutuyordu. 12 Mayıs 1453 günü 5000 kişilik bir
kuvvet Eğrikapı’dan Edirnekapı’ya doğru uzanan surlara hücum etti. Günlerdir
ağır toplarla dövülen iç ve dış sur duvarları harabeye dönmüştü. Bu arada top
atışlarının gürültüsünden sinirleri bozulan, surların korunmasından sorumlu
Bizanslı komutan Jüstinyani atına atlayarak şehrin merkezine kaçtı. Daha sonra
Bizans Kralı tarafından bulunarak sakinleştirildi. Yenibahçe önlerinde şehri
dışarıdan ayıran dış duvarın yukarı kısımları tamamen yıkılmış ve harabe haline
gelmişti. Sultan II. Mehmet Han, 200.000 kişilik ordusu olmasına rağmen genel
hücum yapmıyordu. Çünkü hem askerlerini yormak istemiyor hem de Bizans halkını
toptan ölüme mahkûm etmek istemiyordu. 26/27 Mayıs 1453 gecesi padişahın
emriyle Bizans ufuklarını gündüz gibi aydınlatan büyük ateş kümeleri yakıldı. Bu
ateş manzarası şehir halkını çok korkutmuştu. Ateş kümeleri cayır cayır
yanarken Fetih Ordusu askerleri marşlar okuyarak sabaha kadar Asya sahillerini
çınlattı.
SON HÜCUM:
29 Mayıs 1453 Salı sabahı şafak sökerken Sultan II. Mehmet
Han, Zağanos Paşa’ya son hücum
tamamlama talimatını verdi. Haliçten Marmara’ya kadar Ayvansaray-Yedikule
hattında toplar durmadan gülle savuruyordu. Sultan II. Mehmet Han, askerlerine:
“ Allah (c.c.) size bu şehri nasip etmiştir. İleri! Ben de sizinle beraber
ölmeye hazırım.” diyerek en ön safta savaşıyordu. Ulubatlı Hasan’ın
İstanbul surlarının burcuna sancağı diktiğini gören askerin morali iyice
yükselmişti. Genç hükümdar Sultan II. Mehmet Han, savaş alanının en yoğun
çarpışmalarının olduğu yerlerine bizzat çarpışıyor, cesareti ve azmi ile
askerine örnek oluyordu.
FETİH ORDUSU İSTANBUL’A GİRİYOR:
29 Mayıs 1453 Salı sabahı tekbir sesleri yeri göğü
inletirken Fetih Ordusu’nun öncüleri erken saatlerde surlarda açılmış olan
gediklerden şehre girmeyi başardılar. Fetih askerlerini durdurmak artık mümkün
değildi. Bir yandan da göğüs göğüse çarpışmalar sürüyordu. Karaca Bey emrindeki
askerlerle Eğrikapı’dan İstanbul’a girdi. Komutan İlyas Bey, Silivrikapı’da
topların surlarda açtığı gediklerden birinden şehre girdi. Yedikule civarındaki
İmrahor İlyas Bey Camii o kahramanın adını taşımaktadır. Fetih Ordusu’nun
İstanbul’a girdiği kapılardan biri de Ahırkapı’dır. Ahırkapı civarında çok
sayıda şehit verilmiştir. Yalnız 15 şehidimizin kabrinin yeri bellidir.
Topçubaşı Seyyid Ağa’da Ahır Kapı civarında şehit düşmüştür Genç Türk hükümdarı
53 gün süren kuşatmadan sonra atının üstünde sevinç gözyaşları akıtarak, Allah
(c.c.)’a şükrederek Fatih Sultan Mehmet Han olarak Topkapı surlarından İstanbul’a
girdi. Surlarda Fetih gazilerinin okuduğu ezanlar yankılanmaya başlamıştı.
Surlardan yükselen ezan seslerini duyan Fatih Sultan Mehmet Han, atından inerek
alnını yere koyarak Rabbi’ne şükür secdesine kapandı. Bugün Topkapı’da
Beyazıtağa Mahallesi’nde surlara yakın bir yerde bulunan ve yaptıran kişinin
isminden dolayı Kıllı Yusuf Mescidi diye anılan cami, tam Fatih Sultan Mehmet
Han’ın şükür secdesine kapandığı yerde yapılmıştır. Mescidin asıl adı “Harbî
Mescid”dir. Şükür secdesi yaptıktan sonra tekrar atına binen hocası Ak
Şemsettin Hazretleri’ni ordunun önüne geçirdi. Ordusuna, kendilerine silahla
direnenlerin dışında kimseye zarar vermemeleri talimatını verdi. Teslim olan ve
kendisine sığınan sivillerin inanç ve ibadetlerinde özgür olacaklarını ilan
etti.
ALDIĞI ŞEHRİN HALKI TARAFINDAN ÇİÇEKLERLE KARŞILANAN
HÜKÜMDAR FATİH SULTAN MEHMET:
Fatih’in, askerlerine Bizans halkının dini inanç ve
ibadetlerinde özgür olacaklarını, canlarına dokunulmayacağı emrini verdiğini
duyan şehir halkı ellerinde çiçeklerle onu karşılamaya çıktı. Topkapı’dan Ayasofya’ya
giden yolun iki tarafına dizilmiş olan çocuklar ve genç kızlar ellerinde
çiçeklerle İstanbul’un yeni fatihine tezahürat yapıyorlardı.
KRAL KONSTANTİN’İN SONU.
Fatih Sultan Mehmet Han, 19 Mayıs sabahı İstanbul’a girmeden
önce ordusuna, Bizans Kralı Konstantin’i yakalarlarsa ona zarar vermemelerini
emretti. Ancak Kral Konstantin, şehri fedâkarca savunmasına rağmen Türkler’in
şehri ele geçirdiklerini görünce atına binip şehrin iç kısımlarına doğru
koşmaya başladı. Kaçarken bir Türk süvari subayının “Dur” ihtarına
uymayınca, onun kim olduğunu bilmeyen bir Türk askeri tarafından öldürüldü.
Daha sonra Konstantin’in cesedi ayağındaki “kartal resimli ayakkabı”dan
teşhis edildi. Konstantin’in yanlışlıkla öldürülmesine çok üzülen Fatih Sultan
Mehmet Han, kralın cesedini patriğe teslim etti. Onun gerekli hürmet
gösterilerek defnedilmesini emretti.
AYASOFYA ARTIK CAMİDİR:
29 MAYIS 1453 GÜNÜ İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet,
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi ve İkindi namazının orada kılınması için talimat
vermiş ve İkindi namazını cemaatle birlikte Ayasofya’da kıldı. Daha sonra
Ayasofya’yı cami olarak vakfetti ve onu camilikten çıkaracakları lanetledi.
Aslında bütün vakfiyelerde vakıf şartları arasında, vakıf malını bulunduğu
yerden çıkaranı, değer biçeni, satanı, satın alanı, vakfedenin tayin ettiği
amaç dışında kullananları lanetlemek kuralı vardır.
FETİHTEN SONRA:
Fatih Sultan Mehmet Han, 1453 yılında İstanbul’u
fethettikten sonra yıllardan beri gördüğü istilalar ve siyasi çalkantılarla
harap olan İstanbul’u imar etme çalışmalarına başladı. Ancak İstanbul’u yeniden
yapılandırmaya çalışırken harap olmuş veya olmamış birçok Bizans eserini de
muhafaza etti. Daha önceki İstanbul kuşatmalarına katılmış şehit olmuş Ebû
Eyyüb el- Ensâri(r.a.) ve diğer sahabe şehitlerin kabirlerinin, yerini tespit
ettirerek yerlerinde Cami, türbe, tekkeler yaptırdı. Diğer paşalar da
İstanbul’a “külliye” adı verilen sosyal ve bilimsel yapılar inşa
ettirdiler. İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için mevcut su kemerleri tamir
edildi, yenileri eklendi ve su dağıtım sistemi kuruldu.
İSTANBUL’UN İLK BELEDİYE BAŞKANI KADI HIZIR BEY:
Fatih Sultan Mehmet Han, 30 Mayıs 1453 Çarşamba sabahı Kadı
Hızır Bey’i İstanbul Belediye Başkanı olarak atadı. Fatih sultan Mehmet bir
yandan başta Ayasofya olmak üzere birçok kiliseyi camiye çevirirken, bazılarını
da Hıristiyan halkın dini vecibelerini özgürce yerine getirebilmeleri için
dokunmadan bırakıyordu. Papazların ve rahiplerin de canlarını kendi garantisi
altına almıştı. Artı Türk ve İslam şehri olan İstanbu,l onu fetheden Osmanlı
Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in şanına yakışır bir şekilde adaletle yönetilmeye
başlandı.
İSTANBUL’UN FETHİ İLE ORTAÇAĞ KAPANMIŞ YENİÇAĞ AÇILMIŞTI.
İstanbul’u fethederek yeni bir çağ açan muzaffer Türk
komutanı Sultan II. Mehmet Han, hak ettiği Fatih unvanını alarak dünya tarihine
adını hem büyük bir komutan hem büyük bir siyaset adamı hem de bir dâhi olarak
altın harflerle yazdırmış oldu.
FATİH SULTAN MEHMET’İN FETİH ORDUSUNDAN ŞEHİT OLANLAR:
Sultan II. Mehmet Han tarafından fethedilmesi bir çağı
kapatıp yeni bir çağı açmış olan İstanbul, 30.000 şehidin kanı pahasına fethedilerek
Türk ve İslam toprağı şeklinde bizlere armağan edilmiştir. Fetih şehitlerinin büyük
bir çoğunluğu sur diplerinde toplu bir şekilde defnedilmiş meçhul kahramanlar
olarak tarihe geçmişlerdir. İstanbul’a her taraftan ve çeşitli kapılardan giren
Fetih ordusunun askerlerinden bazıları surların dış kısmında şehit
düşmüşlerdir.
TOP DÖKÜMCÜSÜ AHMET USTA:
Surların dışında
şehit düşmüştür. Kuşatma sırasında ilk şehit düşenlerdendir. Kabri, Yedikule
kapısı yanındadır.
MEHMET DEDE:
İstanbul’a ilk giriş
sırasında karşılaşılan direnişte şehit düşmüştür. Fetihten sonra şehir içinde
ölenler, İstanbul’u kanları pahasına aldıkları için halk tarafından, “baba”, “dede”,
“veli” gibi lakaplarla anılarak adları günümüze kadar ulaşmıştır. Şehre
girerken çok zorluk çeken fetih ordusu askerleri kurban vere vere
ilerlemişlerdi. Şehit düşenlerin üzerinden geçiliyordu.
BEŞKARDEŞLER ŞEHİTLİĞİ, YEDİ EMİRLER ŞEHİTLİĞİ, ONSEKİZ
SEKBANLAR ŞEHİTLİĞİ:
Şehir içinde şehit düşenler tek tek veya toplu halde
defnedilmişlerdi.
Bahçe ve sokaklarda şehit düşenler toplu olarak gömülmüştü.
Bunların bir kısmı, Unkapanı- Fatih arasında, bir kısmı Zeyrek Camii
çevresindedir. Cankurtaran çevresinde 41 adet şehitlik vardır. Bu şehitlerin
kabirleri evlerin, bahçe ve sokakların aralarında kalmıştır.
TOPÇUBAŞI SEYYİD HASAN AĞA:
Ahırkapı-Cankurtaran civarında şehit düşenlerden biridir.
Türbesi, Ahırkapı Caddesi’nde fabrikanın karşısındaki konağın merdiveninin
başında idi. 1923 yılında yanmıştır.
SANCAKTAR ÖMER BEY:
İstanbul’un fethi sırasında surlara çıkmayı başaran
Sancaktar Ömer Bey’in üzerine 30 kadar Bizans askeri hücum etmişti. Ömer Bey,
Bizans askerleri ile boğuş urken, içlerinden biri ani bir kılıç darbesi ile
Ömer Bey’i şehit etti. Ömer Bey’in yardımına koşan bir kahraman, onu şehit eden
Bizans askerini öldürdü.
ALEMDAR DEDE:
Fatih Sultan Mehmet’in sancaktarlarındandır. İlk öncü
birliklerin komutanlarından biridir. Sur dibinde şehit düşmüştür. Kabri
Mevlanakapı’dadır.
ABDÜLKERİM EFENDİ:
Fatih Sultan Mehmet’in kiler kâtibidir. Kabri Edirnekapı
Mezarlığı’ndadır.
BEBEK AĞA:
İstanbul’un fetih gazilerindendir. Kuşatma sırasında
Rumelihisarı ve çevresini korumakla görevli komutandı. Görevi başında
fenalaşarak vefat etmiştir. Boğaziçi’ndeki Bebek semti, adını bu komutandan
almıştır.
BEŞİR GÂZÎ:
Büyük mücahit Seyyid Battal Gâzî’nin soyundandır. Sur
dibinde şehit düşmüştür. Kabri, Tekfur Sarayı’nın alt tarafında ve duvara
bitişiktir.
BEŞ ŞEHİT KARDEŞ:
Fetih ordusuna mensup beş şehit kardeş, Edirnekapı’dan şehre
ilk giren kahramanlar arasındadır. Bizans askerleri ile sokak çatışması yapa
yapa yaralı bir halde Karagümrük civarına kadar gelmişler, Fevzi Paşa Caddesi
ile Nurettin Cerrahi Tekkesi Sokağı’nın kesiştiği yerde şehit düşmüşler ve
oraya gömülmüşlerdir.
CEBE ALİ ÇELEBİ:
Bursa subaşıdır. Cibali kapısından İstanbul’a ilk giren
askerlerin komutanıdır. Şehre giriş yaptığı kapıya onun adı verilmiştir. Cibali
kapısından şehre girerken ağır yaralanmış, savaşarak biraz ilerlemiş ise de kan
kaybından şehit düşmüştür. Kabri Cibali kapısına yakındır.
ELEKLİ DEDE:
Asıl adı Muslihiddin olan Elekli Dede, Fatih Sultan
Mehmet’in alemdarlarındandır. Silivrikapı Surları dışında şehit düşmüştür.
Silivrikapı surları dışında isimleri bilinmeyen birçok şehit medfundur.
ENSAR DEDE:
Anadolu’dan gelip fetih ordusuna katılmıştır. İstanbul
kuşatması sırasında şehit düşen Ensar Dede’nin kabrinin yeri tespit
edilememiştir.
ESKİCİ BABA:
İstanbul kuşatması sırasında Ayakapı’da şehit düşmüştür.
HOCA SİNAN EFENDİ:
İstanbul’un fethine katılan ve şehit düşen Hoca Sinan
Efendi’nin kabri, Tahtakale’nin alt tarafındaki Ağızlıkçı Sokağı’ndadır.
KASAPBAŞI TEMUR HAN:
Fatih Sultan Mehmet’in kasapbaşılarındandır.
KIRK ŞEHİTLER.
Sokak çarpışmalarında savaşa savaşa yaralı bir halde
Fatih-Yayla muhitine kadar gelmeyi başaran 40 asker, burada şehit düşmüştür.
Fatih’teki Kambur Mustafa Paşa Camii’nin altındaki Bizans sarnıcı eski
kayıtlarda Kırk Şehitler Sarnıcı olarak geçmektedir.
MEHMET BABA:
İstanbul kuşatmasında fakir sûfiler grubunun başkanı idi.
Ayakapı surları dibinde şehit düşmüştür. Kabri, surların iç kısmındadır.
SEFER DEDE:
İstanbul kuşatması sırasında Ayakapı’da şehit düşmüştür.
Kabri şehit düştüğü yerdedir. Eskici Baba ile yan yanadır.
SEKBANBAŞI SEYYİT MEHMET:
İstanbul kuşatması sırasında Ayakapı’da şehit düşmüştür.
Kabri, Ayakapı yakınlarındadır.
ULUBATLI HASAN VE ARKADAŞLARI:
Sur üstünde şehit olmuşlardır. Fetih sabahı surlara çıkmayı
ilk başaran Ulubatlı Hasan ile 17 arkadaşı, sancağı surlara dikmiş ve aynı anda
bütün oklara hedef olarak surların üstünde şehit düşmüştür. Sur dibine topluca
defnedilmişlerdir. Kabirlerinin yeri belirli değildir.
BALTALI BABA:
Ulubatlı Hasan’ın silah arkadaşıdır. Baltalı Baba, Fetih
günü Yenibahçe Surları cihetinden şehre giren askerlerin arasındaydı. Yaralı
bir şekilde ancak Tatlıpınar su kaynağına kadar ulaşabilmiştir. Kabri,
Tatlıpınar Caddesi’nde eski bir binanın bahçesindedir.
YAZICI ALİ BABA:
Fatih Sultan Mehmet’in komutanlarındandır. Fenerkapı’dan
şehre giren Ali Baba, savaşarak Fethiye civarına kadar gelmiş, orada şehit
düşmüştür. Kabri, şehit düştüğü yerde bulunan iki katlı bir evin altındadır.
YEDİ ŞEHİTLER:
Kabirleri, Tahtakale’den Yağkapanı’na doğru inerken
Sepetçiler tarafında bir bahçe içindedir. Fetih günü sokak çarpışmalarında
yaralanan ve kan kaybından şehit düşen askerler, oldukları yerde kanlı
elbiseleri ile toplu olarak defnedilmişler, ancak isimleri meçhul kalmıştır.
YUSUF DEDE
Yedikule Surları dışında şehit düşen fetih gününün mutlu
askerlerindendir.
İNCİRLİ BABA
Fatih Sultan Mehmet’in sekbanbaşılarındandır. Fetih günü
Cibali kapısından şehre girmiş, çarpışarak Çırçır’a kadar gelmiş, burada kan
kaybından şehit düşmüştür. Şehit düştüğü yerde defnedilmiştir. Kabrinin
başucunda bir incir ağacı bulunduğu için kendisine İncirli Baba denmiştir.
SEKBANBAŞI ABDURRAHMAN AĞA:
Fatih Sultan Mehmet’in komutanlarından Sekbanbaşı
Abdurrahman Ağa, askerleri ile birlikte Ayakapı’dan şehre girerken sur dibinde
şehit düşmüş ve orada defnedilmiştir. Türbesi giriş kapısının yanındadır.
SEKBANBAŞI ABDÜLKADİR DEDE:
İstanbul’un fethi sırasında şehit düşmüştür. Kabri
Çırçır-Sinanağa mahallesi’nde İbadethane Sokağı’ndadır.
AHIRKAPI ŞEHİTLERİ:
Ahırkapı şehitleri hakkındaki bilgiyi Ord. Prof. Dr. A.
Süheyl Ünver’den almaktayız. A. Süheyl Ünver, bazı kayıtlarında; Cankurtaran
civarında 41 Fetih şehidinin bulunduğunu oranın halkından öğrendiğini, 17
şehidin gömülü olduğu mahalli 1952 yılındaki gezisinde bulduğunu, bir kısmının
evlerin bahçeleri içinde kaldığını,4 tanesinin kabrinin ortadan kaldırıldığını,
ancak o kabirleri kaldıranların iflah olmayıp başlarına felaketler gelmek
sureti ile öldüklerini bildirmektedir. Ahırkapı şehitlerinin isimleri
bilinmemektedir.
FETİH GAZİLERİ:
MOLLA AK ŞEMSETTİN (-1459):
Fatih Sultan Mehmet Han’ın hocasıdır. İstanbul kuşatmasına
katılmıştır. Fethin başından sonuna kadar Fatih’i desteklemiş yanından
ayrılmamıştır. Yalnız din adamı değil aynı zamanda bir bilim adamıdır.
“Maddetü’l-hayat” adlı eserinde, insan vücudunda bulunan, gözle görülmeyen
ancak hastalık yapan maddeler olduğunu yazarak bilim dünyasında ilk defa
mikropların varlığından bahsetmiştir. Ebû Eyyüb el-Ensârî (r.a.)’nin kabrini
yerini keşfetmiştir. Akşemsettin Mescidi’ni yaptırmıştır. Türbesi Göynük’tedir.
MOLLA HÜSREV (-1480):
Fatih Sultan Mehmet Han’ın hocasıdır. İstanbul kuşatmasına
katılmıştır. Asırlarca Osmanlı Medreselerinde ders kitabı olarak okutulan “Dureru’l-hukkâm fî şerhi Gureri’l-ahkâm”
isimli fıkıh kitabının yazarıdır. Aynı zamanda hayır sahibi olan büyük bir
bilim adamıdır. Türbesi Bursa’dadır.
MOLLA GÜRÂNÎ (-1497):
Fatih’ın Hocasıdır. İstanbul kuşatmasına katılmıştır.
Galata’da bir kiliseyi camiye çevirmiş, Fındıkzade’de bir mescit yaptırmıştır.
Kabri bu caminin haziresinde Molla Gürani Hazretleri’nin
kabri, İstanbul sur içinde Millet Caddesi üzerinde, Fındıkzade otobüs
duraklarının hemen arkasındaki Karamani Piri Mehmed Paşa Camii’yle karşı
karşıyadır.
ZAĞNOS MEHMET PAŞA:
Fetih Ordusu’nun komutanıdır. Kuşatmaların kaldırılması
fikrine karşı çıkmış ve her zaman Fatih’i desteklemiştir. Fetih sabahı
Kasımpaşa’dan Fenerkapı’ya kadar gemileri yan yana dizerek köprü oluşturmuş ve
emrindeki askerlerle birlikten şehre bu köprü vasıtasıyla Fenerkapı’dan
girmiştir. İstanbul’dan sonra Trabzon’un fethinde (1461) de orduyu komuta
etmiştir. Kabri Balıkesir’dedir.
AHİ ÇELEBİ (-1524):
Başhekimdir. Fatih Sultan Mehmet’in hastalığı sırasında
yapılan perhiz yemeklerini denetlemek üzere mutfak
emini tayin edilmiştir. İstanbul’da ve Edirne’de birçok hayır eseri bırakmıştır.
Hac dönüşü Mısır’da hastalanmış, İmam Şafiî Hazretleri’nin yanına
defnedilmiştir.
AKBABA MEHMET EFENDİ:
Fatih gazilerindendir. Fındıkzade’de bir cami yaptırmıştır.
Beykoz’un bir köyüne büyük hizmetler yaptığı için o köyün ismi Akbaba Köyü
olmuştur.
ANADOLU BEYLERBEYİ MUSTAFA PAŞA:
12 Mayıs 1453 günü Fatih Sultan Mehmet’in emriyle 5.000
kişilik askeri ile Eğrikapı surlarına hücum etmiş ve surlarda açılan
gediklerden içeri girmeyi başarmıştır.
DİĞER FETİH GAZİLERİ:
AHMET KETHÜDA
HACI BAYRAM KAFTÂNÎ
ALİ FAKİH
ABDÜLVEDUD DEDE
MOLLA LÜTFULLAH EFENDİ
AKBIYIK
AKÇAYLI MEHMET BEY
ALEMDAR HASAN BABA
ALİ BABA
ALİ ÇAVUŞ
ALİ TÛSÎ
AZEB BABA:
Kabri 1942 yılında yol yapımı gerekçesiyle bilinmeyen bir
yere nakledilmiştir.
BAKLALI KEMALETTİN
BÂLÂ SÜLEYMAN AĞA
BALABAN AĞA
BALTAOĞLU SÜLEYMAN PAŞA
BAYEZİT AĞA
BIÇAKÇI HAYRETTİN
CAFER SUBAŞI AĞA
CAMBAZ MUSTAFA AĞA
CEBECİBAŞI İSHAK VELİ
ÜSKÜBÎ ÇAKIR AĞA
ÇIKRIKÇI KEMALETTİN EFENDİ
ÇOBAN DEDE
DAYI KARACA BEY
DAVUT PAŞA
DEBBAĞ YUNUS
DEFTERDAR AHMET ÇELEBİ
NECCAR MEHMET EFENDİ
MUSTAFA ÇELEBİ
ŞEYH EBU’L-VEFÂ
EFDALZÂDE
HAMZA PAŞA
HOCA HAYRETTİN EFENDİ
MUHİDDİN ÇELEBİ
ELVAN ÇELEBİ
SEKBANBAŞI FERHAT AĞA
FETHİ ÇELEBİ
FİRUZ AĞA
GEDİK AHMET PAŞA
HACI TİMUR AĞA
HAMMAL DEDE
PAŞMAKÇIZÂDE HÜSAMETTİN TOKADÎ
MUHİTTİN KOCAVÎ
KOCA MUSTAFA PAŞA
KASAPBAŞI İLYAS EFENDİ
HOCA KASIM GÜNANİ
YUSUF ŞUCÂETTİN EFENDİ
PİRİNÇÇİBAŞI SİNAN
TOPÇUBAŞI İLYAS AĞA
İMRAHOR İLYAS BEY
İNEBEY
MECDUDDİN SARUHANÎ
MEHMET MECDUDDİN
MUSTAFA ÇAVUŞ
MUHTESİP İSKENDER AĞA
KADI MUSLİHİDDİN MUSTAFA EFENDİ
KARA ŞEMSETTİN
KASAPBAŞI TEMÜR HAN
SANCAKTAR HACI İSA
KASIM ÇELEBİ
KAZANCIBAŞI SAADETTİN MEHMET EFENDİ
KEMÂL-İ EVVEL HÂFIZ EFENDİ
SEKBANBAŞI KASIM AĞA
KEMALETTİN AKSEKİ
KESKİN DEDE
KİREMİTÇİBAŞI PİR MEHMET EFENDİ
KORUCU MAHMUT AĞA
KÜÇÜK AHMET AĞA
KILLI YUSUF AĞA
UZUN YUSUF
MANİSALI MEHMET PAŞA
MEHMET DEDE EFENDİ
MOLLA AŞKÎ MEHMET EFENDİ
SEYYİT MEHMET EFENDİ
MİRZA BABA
NİZAMETTİN EFENDİ
SARI BAYEZİT
SARI MUSA
SANCAKTAR HAYRETTİN EFENDİ
SEKBANBAŞI HÜSEYİN AĞA
SEKBANBAŞI İBRAHİM AĞA
SEKBANBAŞI MİMAR AYAS AĞA
SEKBANBAŞI YAKUP AĞA
SEYYİT ALİ HALİFE
SİNAN AĞA
SİNAN ATİK
SUHTE SİNAN EFENDİ
SİVRİKOZ MEMHMET EFENDİ
SUBAŞI ABDİ EFENDİ
ŞEYH MUHAMMET GEYLANİ
ŞEYH YAKUP BUHARİ
ŞEYH ALİ HAYDARİ
TOZKOPARAN DEDE
TEK GÖZLÜ MEHMET EFENDİ
TOKLU İBRAHİM DEDE
TOPÇUBAŞI ESAT AĞA
ŞEYH SÜLEYMAN EFENDİ
MOLLA ZEYREK MEHMET EFENDİ
YEDİ EMİRLER
GAZİ EVRENOS DEDE
OKÇU BABA
KADI HIDIR BEY
ARPACI HAYRETTİN
SARI NASUH
AVCIBAŞI MEHMET BEY
TEZVEREN DEDE
İstanbul’un fethi, Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’da
mevcut sahabe, fetih şehitleri ve fetih gazilerinin kabir ve türbelerinin bulundukları
yerler, Fetihten sonraki İstanbul hakkında ayrıntılı bilgiler bu yazıyı
hazırlarken faydalandığım kaynaklarda mevcuttur.
BOĞAZİÇİ SARKISI
Makam: Hicâz
Usûl : Düyek
Beste: Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça
Güfte: Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça
Boğaziçi, şen gönüller yatağı
Her bucağı âşıkların otağı,
Yamaçları sanki cennetin bağı,
Mehtâbı hoş, güneşi hoş, günü hoş
Boğaziçi herkesi eder sarhoş
Pırıltılar oynaşırken sularda
Ötüşürler martılar kuytularda
Tarabya’da, Bebek’te, Üsküdar’da
Mehtâbı hoş, güneşi hoş, günü hoş
Boğaziçi herkesi eder sarhoş
Gönüllerin kaynaştığı beldesin
Lâledesin, sümbüldesin, güldesin
Rûha dolan aşkınla bestemdesin
Mehtâbı hoş, güneşi hoş, günü hoş
Boğaziçi herkesi eder sarhoş
Usûl : Düyek
Beste: Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça
Güfte: Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça
Boğaziçi, şen gönüller yatağı
Her bucağı âşıkların otağı,
Yamaçları sanki cennetin bağı,
Mehtâbı hoş, güneşi hoş, günü hoş
Boğaziçi herkesi eder sarhoş
Pırıltılar oynaşırken sularda
Ötüşürler martılar kuytularda
Tarabya’da, Bebek’te, Üsküdar’da
Mehtâbı hoş, güneşi hoş, günü hoş
Boğaziçi herkesi eder sarhoş
Gönüllerin kaynaştığı beldesin
Lâledesin, sümbüldesin, güldesin
Rûha dolan aşkınla bestemdesin
Mehtâbı hoş, güneşi hoş, günü hoş
Boğaziçi herkesi eder sarhoş
KAYNAKLAR:
Ömer Mustafa DÖNMEZ,
(Çağ Açan Hükümdar) Fatih Sultan Mehmet Geliyor, İstanbul, 2008
Ömer Mustafa DÖ NMEZ,
İstanbul’u Aydınlatan Nurlu Kandiller Peygamber ve Sahabe Kabirleri,
Makamları, Fetih Şehitleri ve Gazileri, Fatih’in kurduğu Mahalleler, İstanbul,
2010
DİA, 23/205-212, Işın DEMİRKENT, “İstanbul”
HAZIRLAYAN: Başak Ayçin BÜYÜKKURT
RUMELİHİSARI'NDAN BİR GÖRÜNÜŞ |
Eyüp Sultan Camii -İSTANBUL Kaynak: Hayat Ansiklopedisi C.III |
Moda - İSTANBUL
Kaynak:Hayat Ansiklopedisi C.III Ortaköy Camii - İSTANBUL Kaynak:Hayat Ansiklopedisi C.III |
Rumelihisarı - İSTANBUL Kaynak: Hayat Ansiklopedisi C.III |
ESKİ BİR KARTPOSTALDA RUMELİHİSARI -İSTANBUL |