Powered By Blogger

Merhaba!

Başağın Huzur Köşesi'ne hoşgeldiniz. Dileğim, bloğumu bütün izleyenlerin, sayfalarımda huzur bulmasıdır.
Henüz yapım aşamasında olan bloğumda, ilerleyen zamanla birlikte, sizi gün boyu yaşadığınız streslerden uzaklaştıracak, aynı zamanda faydalı bilgiler kazanacağınızı umduğumbir dünyanın kapısı aralanacak.
Hep birlikte, kimi zaman gül bahçelerinde gezine ceğiz, kimi zaman, gurubu seyredeceğiz dalgaların beyaz köpük lerden güller saçtığı sahillerde...
Kimi zaman, türk şiirinin üstad larının mısralarına tutunarak, İstanbul'un ihtişamını bir başka tepeden seyredeceğiz, yorulduğumuzda Faruk Nafiz'in "Hanı"n da konaklayarak duvarlardaki yazıları şişesi is bağlamış bir lambanın ışığında okuyacağız.
Kimi zaman, bir ebru teknesinin üzerine eğilerek rengârenk hayallerimizi seyre dalacağız.
Bir kaç yüzyıllık bir yazma kitabın sayfalarına nakşedilmiş altınlar, kuyumcu vitrininde gördüklerimizden çok kamaştıracak gözlerimizi...
Minyatürlerin zaman tünelinden geçerek "Alice" gibi farklı bir dünyaya adım atacağız. Eski, yeni bir sürü kitabı yeniden keşfedeceğiz birlikte...
Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in hadisi şeriflerini okuyarak şerefleneceğiz, Mevlana'nın özlü sözleriyle tefekküre dalacağız, Yunus Emre'nin mısralarıyla bir kere daha öğreneceğiz dünyaya kavga için değil, sevgi için gel diğimizi...
Kimi zaman örgü örecek, dikiş dikeceğiz. Sevgiler!
































ŞİİR OKYANUSU



ÜNLÜ HALK ŞAİRİMİZ DERTLİ’DEN 

                                     BİR KOŞMA 





Dertli, Âşık Edebiyatı şairlerimizdendir.
1772yılında Gerede yakınındaki Çağa (Reşâdiye) Nahiyesi'nin Şahnalar Köyü'nde doğmuştur.
Asıl adı İbrahim, mahlası Lütfi’dir. Geçimini âşık kahvelerinde saz çalıp şiir söyleyerek sağlamıştır. 
İstanbul, Konya ve Mısır 'da bulunmuştur. Dîvân, Halk ve Tekke edebiyatlarındaki geniş kültürü sayesinde daha sağlığında yaygın bir şöhret kazanmış, divanı taş baskısıyla birçok defa basılmıştır. 
Fuzûlî, Âşık Ömer, Gevherî gibi şairlerin etkilerini taşıyan Dertli, çağdaşı olan diğer saz şairleri gibi aruzla gazeller, divanlar, kalenderîler yazmıştır. Aruzla yazdığı şiirlerde kusurlu bir nazım tekniği kullandığı için başarılı olamamıştır.
Dertli, 1846 yılında Ankara’da vefat etmiştir.
Dertli’nin, “Sâkiyâ câmında nedir bu esrâr” sözleriyle başlayan ve Kesik Kerem Nazîresi olarak da bilinen ünlü koşması Serkis Nurluyan tarafından bestelenerek Türk Müziği repertuarına kazandırılmıştır.

KOŞMA
Sâkiyâ câmında nedir bu esrâr
Kıldı bir katresi mestâne beni
Şarâb-ı la‘linde ne keyfiyet var
Söyletir efsâne efsâne beni

Ref‘ et nikâbını ey vech-i Enver
Zulmette gönlümüz olsun münevver
Şarâb-ı la‘linin lezzeti dilber
Gezdirir meyhâne meyhâne beni

Âşıkın çok belâ gelir başına
Tahammül gerektir aduvv taşına
Şem‘-i ruhsârına aşk ateşine
Yanmakta seyretsin pervâne beni

Bakmazlar Derti’ye algındır deyu
Hakîkat bahrine dalgındır deyu
Bir saçı Leylâ’ya Mecnûndur deyu
Yazmışlar defter ü dîvâne beni

                                       Âşık Dertli

Hazırlayan: Başak Ayçin Büyükkurt/ Dönmez

♫ ♪ ♫♫ ♪ ♫♫ ♪ ♫♫ ♪ ♫♫ ♪ ♫




Faruk Nafiz Çamlıbel'den "Bir Bakış " şiiri



              BİR BAKIŞ
Bir bakış ki açıyor muammasını,
İki sevdalı kalbin en derin yarasını,
Bir bakış ki kudreti hiç bir lisanda yoktur,
Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.
Bir bakış ki bir aşığa neler anlatır,
Bir bakış ki bir aşığı saatlerce ağlatır
Bir bakış ki bir aşığı aşkından emin eder,
Sevişenler daima gözüyle yemin eder.
                                       Faruk nafiz Çamlıbel

                                                                         ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥



Feyzi Halıcı'n ın "Günbatımı" isimli şiiri

                GÜN BATIMI


Dün seni andım sevdiğim, günbatımı;
Bir kral gibi bırakıp saltanatımı,

Arta kalan düş misali gecelerden,
Sıyrılıp en efkârlı düşüncelerden,
Dün seni andım sevdiğim, günbatımı...

Elinde bir beyaz karanfil demeti,
Büyülü gözlerin neler söylemedi?
Suların yanıp tutuştuğu bir günde,
Çınaraltı'nda aşk diyarı Mirgün'de,
Dün seniandım sevdiğim, günbatımı...

Hüznü dedim, ağa düşen bir balığın.
Kayıp ilanına döndü ayrılığın.
Şekerdin yudum yudum içtiğim çayda,
Yol arkadaşım dönerken tramvayda,
Dün seni andım sevdiğim, günbatımı...

Âh... Bu pınarlar susuzluğa yetmiyor.
Eli başında oturmak kâr etmiyor.
Hissetmemek ne mümkün maceramızı?
Mahmur ışıklar altında kıpkırmızı,
Dün seni andım sevdiğim, günbatımı...

Bir şarkının bestesinde adım adım,
Takvimlerden düşen yapraklarda aradım.
Sen nerdesin, benim rüzgârlarım nerde?
Bekledim dönmeni esmer tepelerde,
Dün seni andım sevdiğim, günbatımı...

                                          Feyzi Halıcı



HAN DUVARLARI

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
“Sonun ademdir.” diyor insana yolun hali,
Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa,
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;

"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih:” Sekiz mart otuz yedi...”

Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!..
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı: "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"

Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde,
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslım’ı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"

Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı!” dedim, “Bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
                             Faruk Nafiz Çamlıbel
Erciyes Dağı-Kayseri


MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ’NDEN BİR MEMLEKET ŞAİRİ
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

Faruk Nafiz Çamlıbel

HAYATI:
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nın “beş hececi”[1] şairlerinden biridir. 18 Mayıs 1898’de İstanbul’da doğmuştur. Babası Orman ve Maadin memurlarından Süleyman Nazif Beydir. İlk ve orta öğrenimini Bakırköy Rüştiyesi ile Hadika-i Meşveret İdadisi’nde tamamlamıştır Bir müddet İstanbul Dârülfünunu Tıp Fakültesi’nde okuduktan sonra, Ati Gazetesi’ne girerek yazı işlerinde çalışmıştır. Aynı gazetenin temsilcisi olarak Ankara'ya girmiştir. Kayseri, İstanbul ve Ankara’daki liselerde ve öğretmen okullarında uzun yıllar edebiyat öğretmenliği tapmıştır. Adıyla özdeşleşmiş olan “Han Duvarları” şiirini öğretmenlik göreviyle Kayseri’ye giderken yol boyunca yazmıştır. 1946-1960 yılları arasında Demokrat Parti milletvekilliği yapmış, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Önce Yassıada’da sonra Kayseri Kapalı Cezaevi’nde hapis yatmıştır. “Zindan Duvarları”  ve “Postacı” adlı şiirlerini tutukluluk döneminde yazmıştır.
Çamlıbel, 8 Kasım 1973 tarihi’nde bir gezi sırasında Samsun Vapuru’nda vefat etmiştir.
Faruk Nafiz Çamlıbel, beş hececilerin en başarılı ve en ünlüsüdür.
Aruz vezni ile yazmış olduğu ilk dönem şiirleri, Yahya Kemal Beyatlı’nın etkisi taşır. Çamlıbel, halk şiirine dönüktür. Şiirlerinde Anadolu’yu, Anadolu insanının ince duygularını halk şiiri vezni olan hece vezni ile işlemiştir. Lirik bir tarzda işlediği aşk, ihtiras, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık şiirlerinde ana tema olarak gözlenir.
“Çamdeviren”, “Deli Ozan” müstear isimleriyle mizah şiirleri yazmıştır.
“Anayurt” adlı bir dergiyi 8 sayı çıkarmıştır.
Fıkra,manzum oyun ve roman türünde eserleri de vardır.
ŞİİR:
Şarkın Sultanları (1919)
Gönülden Gönüle (1919)
Dinle Neyden (1919)
Çoban Çeşmesi (1926)
Suda Halkalar (1928)
Bir Ömür Böyle Geçti (1933)
Elimle Seçtiklerim (1934)
Akarsu (1937)
Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938)
Akıncı Türküleri (1938)
Heyecan ve Sükûn (1959)
Zindan Duvarları (1967)
Han Duvarları (Seçme Şiirler, 1969)
OYUN:
Canavar (1925)
Özyurt (1932)
Akın (1932)
Kahraman (1933)
Yayla Kartalı (1945)
ROMAN:
Yıldız Yağmuru (1936)

Faruk Nafiz Çamlıbel



[1] Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon

 ♥ ♥ ♥♥
                                                         




İLKBAHAR

 İlkbahar sesinle gezinirsin bahçemde,
Geceler ışıl ışıl, günler masmavi olur.
Seni dinler, dallarda kuşlar bile,
Yemyeşil bir zaman gözbebeklerinde uyur.

Gür saçların dökülür erguvan akşamlara,
Mutlu besteler söyler sularda deli rüzgar.
Silinir sevdaların mahzun ufkundan kara,
Sesin değen gönülde sonsuz bir bahar başlar.

İlhan SONUÇ




SONBAHAR HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ

Sonbaharın tam ortasındayız. Bir hüzün ayıdır sonbahar; Güller solarak dökülür. Sararan yapraklar havada uçuşur. Tabiat, sonbaharda altın rengine bürünür. Ben de bu altın rengi mevsime uygun birkaç şiir hazırladım. İnşallah güzel olmuştur. Şiirleri yazan şairleri rahmetle anmayı, şiirlerin fonunda kullandığım fotoğrafları aldığım sitelere teşekkürü bir borç bilirim.
Başak Ayçin Dönmez


Fonda kullanılan fotoğrafın kaynağı: www.resimparki.com




Fonda kullanılan fotoğrafın kaynağı: www.harikasözler.net




Fonda kullanılan fotoğrafın kaynağı: http://www.forumankebut.com/


Çoban çeşmesi- Gangurt Köyü-Erzincan
Sinop'ta bir köy çeşmesi



Edebiyatımız'ın "Beş Hececiler"inden Biri Olan Faruk Nafiz Çamlıbel’in Tüm Zamanlara Hitabeden Zarif Şiiri:


 ÇOBAN ÇEŞMESİ


Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa Çoban çeşmesi.

“Göynünü Şirin’in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa Çoban çeşmesi.

O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi,
Değdi kaç dudağa Çoban çeşmesi?

Vefasız Aslıya yol gösteren bu,
Keremi'n sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu,
Sızmadı toprağa Çoban çeşmesi.

Leylâ gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül ararda,
Gezer bağdan bağa Çoban çeşmesi,

Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar;
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar
Bir sola, bir sağa Çoban çeşmesi.

                Faruk Nafiz Çamlıbel


BEYAZ GÜLÜM

FEYZİ HALICI

Cumhuriyet dönemi şairlerimizden Feyzi halıcı 1924 yılında Konya’da doğmuştur.İ.Ü. Fen Fakültesi Kimya Bölümü’nden mezun olmuştur.
Konya’da Çağrı adlı bir sanat dergisi çıkarmıştır. Yedigün ve Çınaraltı dergilerine Fezâ’î mahlası ile şiirler yazmıştır.Çeşitli şiir antolojileri hazırlamış olan Halıcı, , Konya gazeteciler cemiyeti'ni kurmuştur. Konya'nın tarih, kültür, sanat ve turizm alanında gerçekleştirilen etkinliklerde yer almıştır.
Türk Dil Kurumu üyeliği yapmış olan şairimiz, 1959'da Konya Kültür ve Turizm Derneğini kurmuş ve derneğe 25 yıl başkanlık yapmıştır. Vakıf başkanlığı görevini halen sürdürmektedir.
Feyzi Halıcı, geleneksel Türk Halk Şiiri biçimlerini çağdaş Türk Şiiri’ne başarıyla uygulamıştır.

ESERLERİNDEN BAZILARI:
Bir Aşkın Şiirleri, Masmavi, İstanbul Caddesi, Günaydın, Dinle Neyden, Gecenin Bir Yerinde İki Ceylan, Selçukya'da Aşk, Bizim Şairler, İstanbul ve Fetih Şiirleri, Saz Şairlerinin Diliyle Atatürk.

ŞİİRLERİNDEN BİR ÖRNEK:














































Kaynaklar:
1-www.biyografi.net
2-ww.eksisozluk.com
3- www.turkceciler.com
4-Şiir, çok eski bir Yedigün Dergisi’nden nakil yoluyla alınmıştır.


♥♥♥♥♥


ADINI TANZİMAT’TAN GÜNÜMÜZE TAŞIMIŞ BİR KADIN
ŞAİR NİGAR HANIM




ŞAİR NİGAR HANIM (1856-1918)


Nigar Hanım, Tanzimat Edebiyatı’nın tanınmış bir kadın şairidir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1856’da İstanbul’da doğmuştur. Macar Osman Paşa ile Emine Hanım’ın kızıdır.
Özel hocalardan eğitim almış olan Nigar Hanım, Fransızca, Arapça, Farsça, Almanca ve Rumca öğrenmiştir. Şiir yazmaya 14 yaşında başlamıştır. Efsûs I adıyla 1887’de yayınladığı ilk eserinin ikinci kısmı Efsûs II adıyla 1891’de yayınlamıştır.1896’da Nîrân, 1900’de Aks-i Sedâ adlı kitapları yayınlanmıştır. 1901’de Safahât-ı Kalb adlı romanı yayınlanmıştır.
Nigar Hanım’ın günlük notlar halinde kaleme aldığı hatıraları, oğullarından Salih Keramet tarafından Âşiyân Müzesi’ne hediye edilmiştir. Şairin yaşadığı dönmemin toplumsal hayatına ışık tutan hatıralarından bazı parçalar 1959 yılında basılmıştır.
1918 yılında İstanbul’da vefat etmiş olan Nigar Hanım, Rumelihisarı’nda Kayalar Mezarlığı’nda gömülüdür.
Türk ve Batı Müziği ile de uğraşmış olan Nigar Hanım, çevresinden şairliği kadar zarafeti ile de ilgi toplamıştır. Yazın Hisar’daki yalısında, kışın Şişli’deki konağında düzenlediği edebi toplantılara yalnız Türk bilim ve sanat adamları değil, İstanbul’da yaşayan yabancıların da katıldığı bilinmektedir.
Evlilik hayatında mutlu olamayan Nigar Hanım, duygularını ve kederlerini, ince hüznünü aksettiren lirik şiirler söylemiştir. Fransız şiirini de iyi bilen Nigar Hanım, şiirlerinde batı şiirine mahsus şekilleri de kullanmıştır. Yalnız Türkiye’de değil Avrupa’da da tanınmış, şiirleri, resimleri Avrupa basınında yayınlanmıştır. Birçok şiiri bestelenmiştir.
Nigar Hanım’ın, başı Tamburi Cemil Bey tarafından şehnaz makamında bestelenmiş bir gazeli buna örnektir:



“Feryâd ki feryâdıma imdâd edecek yok”
“Efsûs ki gamdan beni âzâd edecek yok”

“Te'sîr-i muhabbetle yıkılmış müte’ellim”
“Virâne dili bir dahî âbâd edecek yok”

“Yâ Râb ne için zâr-ı Nigârı şu cihânda”
“Nâşâd edecek çoksa da dil-şâd edecek yok”



Kaynak: “Avrupa’ya Ün Salan Türk Kadın Şairi Nigar Hanım”, Tahsin Tunalı, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 2, 1965, s.16-17
Resim: Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 2, 1965, (Kapaktadır.)


♥♥♥♥♥

       DENİZDEN BEKLEDİĞİM

Enginle boy olçüşen bu kumsalda ben,
Hasretle bakarım karşı beldeye.
Dumanlı ufuktan, yorgun denizden,
Bekliyorum kimi gelecek diye?

"Her ruha gün doğdu, sen de çık belir."
Desem de o güneş ufka yükselmez.
Gölgeler şekl alır, yolcular gelir,
O candan, gönülden sevdiğim gelmez. 

Vurdukça bu engin su haricinde,
Kalbime denizler dolar, boşalır.
Asırlık kayalar gibi içinde,
En sonra oyulmuş kovuklar kalır.

                       Faruk Nafiz Çamlıbel
                    Fotoğrafın alındığı site: www.geldiyom.com





















































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder