ÜNLÜ HALK
ŞAİRİMİZ DERTLİ’DEN
BİR KOŞMA
Dertli, Âşık
Edebiyatı şairlerimizdendir.
1772yılında Gerede yakınındaki Çağa (Reşâdiye) Nahiyesi'nin Şahnalar Köyü'nde doğmuştur.
Asıl
adı İbrahim, mahlası Lütfi’dir. Geçimini âşık kahvelerinde saz çalıp şiir
söyleyerek sağlamıştır.
İstanbul,
Konya ve Mısır 'da bulunmuştur. Dîvân, Halk ve Tekke edebiyatlarındaki geniş kültürü
sayesinde daha sağlığında yaygın bir şöhret kazanmış, divanı taş baskısıyla
birçok defa basılmıştır.
Fuzûlî,
Âşık Ömer, Gevherî gibi şairlerin
etkilerini taşıyan Dertli, çağdaşı olan diğer saz şairleri gibi aruzla gazeller,
divanlar, kalenderîler yazmıştır. Aruzla yazdığı şiirlerde kusurlu bir nazım
tekniği kullandığı için başarılı olamamıştır.
Dertli, 1846 yılında Ankara’da vefat etmiştir.
Dertli’nin, “Sâkiyâ câmında nedir bu
esrâr” sözleriyle başlayan ve
Kesik Kerem Nazîresi olarak da bilinen ünlü koşması Serkis Nurluyan tarafından bestelenerek Türk Müziği
repertuarına kazandırılmıştır.
Sâkiyâ
câmında nedir bu esrâr
Kıldı
bir katresi mestâne beni
Şarâb-ı
la‘linde ne keyfiyet var
Söyletir
efsâne efsâne beni
Ref‘
et nikâbını ey vech-i Enver
Zulmette
gönlümüz olsun münevver
Şarâb-ı
la‘linin lezzeti dilber
Gezdirir
meyhâne meyhâne beni
Âşıkın
çok belâ gelir başına
Tahammül
gerektir aduvv taşına
Şem‘-i
ruhsârına aşk ateşine
Yanmakta
seyretsin pervâne beni
Bakmazlar
Derti’ye algındır deyu
Hakîkat
bahrine dalgındır deyu
Bir
saçı Leylâ’ya Mecnûndur deyu
Yazmışlar
defter ü dîvâne beni
Âşık
Dertli
Hazırlayan:
Başak Ayçin Büyükkurt/ Dönmez
♫ ♪ ♫♫ ♪ ♫♫ ♪ ♫♫ ♪ ♫♫ ♪ ♫
BİR BAKIŞ
Bir bakış ki açıyor muammasını,
İki sevdalı kalbin en derin yarasını,
Bir bakış ki kudreti hiç bir lisanda yoktur,
Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.
İki sevdalı kalbin en derin yarasını,
Bir bakış ki kudreti hiç bir lisanda yoktur,
Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.
Bir bakış ki bir aşığa neler anlatır,
Bir bakış ki bir aşığı saatlerce ağlatır
Bir bakış ki bir aşığı aşkından emin eder,
Sevişenler daima gözüyle yemin eder.
Bir bakış ki bir aşığı saatlerce ağlatır
Bir bakış ki bir aşığı aşkından emin eder,
Sevişenler daima gözüyle yemin eder.
Faruk nafiz Çamlıbel
♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥
Feyzi Halıcı'n ın "Günbatımı" isimli şiiri |
GÜN BATIMI
Dün seni andım sevdiğim, günbatımı;
Bir kral gibi bırakıp saltanatımı,
Arta kalan düş misali gecelerden,
Sıyrılıp en efkârlı düşüncelerden,
Dün seni andım sevdiğim, günbatımı...
Elinde bir beyaz karanfil demeti,
Büyülü gözlerin neler söylemedi?
Suların yanıp tutuştuğu bir günde,
Çınaraltı'nda aşk diyarı Mirgün'de,
Dün seniandım sevdiğim, günbatımı...
Hüznü dedim, ağa düşen bir balığın.
Kayıp ilanına döndü ayrılığın.
Şekerdin yudum yudum içtiğim çayda,
Yol arkadaşım dönerken tramvayda,
Dün seni andım sevdiğim, günbatımı...
Âh... Bu pınarlar susuzluğa yetmiyor.
Eli başında oturmak kâr etmiyor.
Hissetmemek ne mümkün maceramızı?
Mahmur ışıklar altında kıpkırmızı,
Dün seni andım sevdiğim, günbatımı...
Bir şarkının bestesinde adım adım,
Takvimlerden düşen yapraklarda aradım.
Sen nerdesin, benim rüzgârlarım nerde?
Bekledim dönmeni esmer tepelerde,
Dün seni andım sevdiğim, günbatımı...
Feyzi Halıcı
HAN DUVARLARI
Yağız atlar kişnedi, meşin
kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı,
ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu
kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
“Sonun ademdir.” diyor insana yolun hali,
Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
“Sonun ademdir.” diyor insana yolun hali,
Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin
günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa,
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa,
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih:” Sekiz
mart otuz yedi...”
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!..
Ertesi gün başladı gün doğmadan
yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı: "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı: "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç
dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"Gönlümü çekse de yârin
hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk
açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde,
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde,
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"Garibim namıma Kerem
diyorlar
Aslım’ı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Aslım’ı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Bir kitabe kokusu duyuluyor
yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes'in
yolunu:
"Hancı!” dedim, “Bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
"Hancı!” dedim, “Bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey
artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o
günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
Erciyes Dağı-Kayseri |
MİLLİ
EDEBİYAT DÖNEMİ’NDEN BİR MEMLEKET ŞAİRİ
HAYATI:
Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatı’nın “beş hececi”[1]
şairlerinden biridir. 18 Mayıs 1898’de İstanbul’da doğmuştur. Babası Orman ve
Maadin memurlarından Süleyman Nazif Beydir. İlk ve orta öğrenimini Bakırköy
Rüştiyesi ile Hadika-i Meşveret İdadisi’nde tamamlamıştır
Bir
müddet İstanbul Dârülfünunu Tıp Fakültesi’nde okuduktan sonra, Ati Gazetesi’ne
girerek yazı işlerinde çalışmıştır. Aynı gazetenin temsilcisi olarak Ankara'ya
girmiştir. Kayseri, İstanbul
ve Ankara’daki liselerde ve öğretmen okullarında uzun yıllar edebiyat
öğretmenliği tapmıştır. Adıyla özdeşleşmiş olan “Han Duvarları” şiirini
öğretmenlik göreviyle Kayseri’ye giderken yol boyunca yazmıştır. 1946-1960
yılları arasında Demokrat Parti milletvekilliği yapmış, 27 Mayıs 1960
darbesinden sonra Önce Yassıada’da sonra Kayseri Kapalı Cezaevi’nde hapis
yatmıştır. “Zindan Duvarları” ve
“Postacı” adlı şiirlerini tutukluluk döneminde yazmıştır.
Çamlıbel, 8
Kasım 1973 tarihi’nde bir gezi sırasında Samsun Vapuru’nda vefat etmiştir.
Faruk Nafiz
Çamlıbel, beş hececilerin en başarılı ve en ünlüsüdür.
Aruz vezni
ile yazmış olduğu ilk dönem şiirleri, Yahya Kemal Beyatlı’nın etkisi taşır. Çamlıbel,
halk şiirine dönüktür. Şiirlerinde Anadolu’yu, Anadolu insanının ince
duygularını halk şiiri vezni olan hece vezni ile işlemiştir. Lirik bir tarzda
işlediği aşk, ihtiras, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık şiirlerinde ana tema
olarak gözlenir.
“Çamdeviren”,
“Deli Ozan” müstear isimleriyle mizah şiirleri yazmıştır.
“Anayurt”
adlı bir dergiyi 8 sayı çıkarmıştır.
Fıkra,manzum oyun ve roman türünde
eserleri de vardır.
ŞİİR:
Şarkın Sultanları (1919)
Gönülden Gönüle (1919)
Dinle Neyden (1919)
Çoban Çeşmesi (1926)
Suda Halkalar (1928)
Bir Ömür Böyle Geçti (1933)
Elimle Seçtiklerim (1934)
Akarsu (1937)
Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938)
Akıncı Türküleri (1938)
Heyecan ve Sükûn (1959)
Zindan Duvarları (1967)
Han Duvarları (Seçme Şiirler, 1969)
Şarkın Sultanları (1919)
Gönülden Gönüle (1919)
Dinle Neyden (1919)
Çoban Çeşmesi (1926)
Suda Halkalar (1928)
Bir Ömür Böyle Geçti (1933)
Elimle Seçtiklerim (1934)
Akarsu (1937)
Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938)
Akıncı Türküleri (1938)
Heyecan ve Sükûn (1959)
Zindan Duvarları (1967)
Han Duvarları (Seçme Şiirler, 1969)
OYUN:
Canavar (1925)
Özyurt (1932)
Akın (1932)
Kahraman (1933)
Yayla Kartalı (1945)
Canavar (1925)
Özyurt (1932)
Akın (1932)
Kahraman (1933)
Yayla Kartalı (1945)
ROMAN:
Yıldız Yağmuru (1936)
Yıldız Yağmuru (1936)
Faruk Nafiz Çamlıbel |
[1] Faruk Nafiz
Çamlıbel, Yusuf
Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon
İlkbahar sesinle gezinirsin bahçemde,
Geceler ışıl ışıl, günler masmavi olur.
Seni dinler, dallarda kuşlar bile,
Yemyeşil bir zaman gözbebeklerinde uyur.
Gür saçların dökülür erguvan akşamlara,
Mutlu besteler söyler sularda deli rüzgar.
Silinir sevdaların mahzun ufkundan kara,
Sesin değen gönülde sonsuz bir bahar başlar.
İlhan SONUÇ
SONBAHAR HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ
Sonbaharın tam ortasındayız. Bir hüzün ayıdır sonbahar; Güller solarak dökülür. Sararan yapraklar havada uçuşur. Tabiat, sonbaharda altın rengine bürünür. Ben de bu altın rengi mevsime uygun birkaç şiir hazırladım. İnşallah güzel olmuştur. Şiirleri yazan şairleri rahmetle anmayı, şiirlerin fonunda kullandığım fotoğrafları aldığım sitelere teşekkürü bir borç bilirim.
Başak Ayçin Dönmez
Fonda kullanılan fotoğrafın kaynağı: www.resimparki.com |
Fonda kullanılan fotoğrafın kaynağı: www.harikasözler.net |
Fonda kullanılan fotoğrafın kaynağı: http://www.forumankebut.com/ |
Çoban çeşmesi- Gangurt Köyü-Erzincan |
Sinop'ta bir köy çeşmesi |
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa Çoban çeşmesi.
“Göynünü Şirin’in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa Çoban çeşmesi.
O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi,
Değdi kaç dudağa Çoban çeşmesi?
Vefasız Aslıya yol gösteren bu,
Keremi'n sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu,
Sızmadı toprağa Çoban çeşmesi.
Leylâ gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül ararda,
Gezer bağdan bağa Çoban çeşmesi,
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar;
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar
Bir sola, bir sağa Çoban çeşmesi.
Faruk Nafiz Çamlıbel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder