TRABZON'UN RUS İŞGALİNDEN KURTULUŞU
24 ŞUBAT 1918
Bugün takvimler 24 Şubat 2014’ü gösteriyor. 24 Şubat
tarihinin Trabzonlular için çok farklı bir anlamlı var.
Bugün,
Trabzon’un düşman işgalinden kurtuluşunun 96. Yıldönümü. Yazması kolay… Acaba o yılları yaşaması da o
kadar kolay mı olmuş?
Zaman
tünelinden geçerek 100 yıl hatta daha da öncesine bir gidelim mi?
Trabzon,
tarih boyunca topraklarında yaşamış çeşitli medeniyetlerin izlerini taşıyan,
yeşille mavinin sarmaş dolaş olduğu bir liman kenti…
Bir
zamanlar imparatorlar şehri iken 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethetmesiyle
bir Osmanlı şehri olmuş Trabzon… Osmanlı tarihine “Şehzadeler şehri” olarak damgasını basmış.
İnsanları,
hem neşeli hem de serttir Trabzon’un, yerine göre… Tıpkı dalgalarıyla kıyılarını döven Karadeniz
gibi, zaman zaman köpüren, zaman zaman
sütliman olan…
Karadenizli
espirilidir, kurnazdır, serttir, merttir, en önemlisi de inatçıdır; Doğru
bildiğinden vazgeçmez, tuttuğunu koparır. Eğer hakkı olduğuna inandığı şey ise
elinden alınan onu geri almak için ölümüne mücadele verir.
Bu azim
değil midir?
1810 yılındaki Rus gemilerinin Sargana
baskınında ona kıyıya çıkan Rus askerlerini kazma kürek, derme çatma tüfekle
Karadeniz’e dökecek gücü veren…
Bu azim değil
midir ?
Onu 1914-1916 arasında iki yıla
yakın şiddetli Rus bombardımanlarına rağmen şehrini terk etmek alıkoyan…
Bir yandan Garagoncolos adını
taktığı Rus savaş gemisi Mariya’nın topları Cos Dağı’na attığı topların
gümbürtüsünden Akçaabat’taki binaların camları sarsılırken
Bir yandan tam donanımlı Rus kara
ordusu Türk mevzilerini döverken
İki ateş arasında canı bahasına direnerek,
elini kolunu sallayarak Of’a gireceğini zanneden işgalci Urus’u 21 gün Of’a sokmayan…
Kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla…
“Tüfeğimiz yoksa yüreğimiz de mi yok?” diyerek kazma, kürek, balta ile işgalci
Urus’un karşısına dikilen…
Bu direnişler sırasında Kelali
tepelerinin çimenleri kana bulanmış, Baltacı, Solaklı derelerinin suyu
kıpkırmızı kan akmıştır. Trabzon Urus’un eline geçmesin diye…
Trabzon Urus’un eline geçmesin
diye…
Kelali tepeleri ile Bayrıca Köyü
arasındaki alanda amansız mücadeleler verilmiştir. Trabzon Urus’un eline
geçmesin diye…
Ne canlar, şehit olarak Cennet’e uçmuşlardır,
mübarek bedenlerini Sultanmurat
Yaylası’nın karla kaplı çimenlerinde bırakıp…
Trabzon Urus’un eline geçmesin
diye…
Yakın zamanlarda Rus
arşivlerinden alınarak yayınlanan Trabzon’un işgal videolarında;
Kahraman şehitlerimizin toprağını
işgalci Rus’a karşı savunmak uğruna Karadere’de vadiye yığılmış mübarek başları
görüntülenmiştir.
Kim demiş ki: “Ruslar, Trabzon’a
elini kolunu sallayarak girdi.” diye?
Bir işgal sırasında destan yazan
gerçek kahramandır Karadeniz insanı…
Bütün umutların tükendiği anda
Trabzon’dan çıkarken: “Gidiyoruz fakat geri döneceğiz.” Demiştir, dişlerini
sıkarak…
Kadınlar, çocuklar, yaşlılar,
sakatlar, hastalar, kısacası eli silah tutamayan ailelerini muhacir götürürken
yemin etmişlerdir geri dönmeye…
Geri dönmeye gönüllü birlikler
oluşturup işgal güçlerine karşı koymaya…
17 Ekim 1914’ten itibaren Trabzon
Vilayeti’ni ve kasabalarını denizden şiddetli bombardımanlarla yakıp yıkan, kayıklarını
batıran, çarşılarını tutuşturan,
limanlarını abluka eden ticareti, erzak ve mühimmat sevkiyatını durduran
fakat teslim alamayan Urus,
Trabzon’a ancak deniz filosunun
bombardımanlarıyla desteklediği Of, Sürmene, Araklı, Çaykara bölgesindeki kara
harekâtında büyük kayıplar verdikten sonra 21 gün gecikme ile 18 Nisan 1916
günü girebilmiştir.
15. Şubat 1916 tarihinde Erzurum’un
düşmesinden sonra, Trabzon valiliği acil tedbir olarak vilayet merkezini
Ordu’ya (Ordu, o tarihte Trabzon’a vilayetine bağlıydı) taşımış, muhtemel bir
Rus işgaline karşı halkı şehri terk ederek batıya göç etmesi için bir bildiri
yayınlamıştı.
Trabzon halkı, yaşlısıyla,
kadınıyla, çocuğuyla batıya doğru yollara dökülmüştü. Şubat’ın buz kesmiş
ayazında…
Kimisi kafileler halinde karadan
yayan olarak gidiyordu Doğu Karadeniz Bölgesi’nin engebeli yollarında. Küçük
çocuklar, yürüyemeyecek kadar hasta, yaşlı veya sakat olanlar sırtta
götürülüyordu. Götürülebildiği yere kadar…
Buz kesmiş derelerden bele kadar
ıslanarak ancak geçiliyor, kimisi derelerin azgın sularında kayboluyordu.
Bu, sonu karanlık uzun yolculuğa
dayanamayanlar yollarda can veriyorlardı. Açlıktan, susuzluktan, tifodan… Çoğu
zaman ölenler gömülemiyordu bile… Arkada Urus vardı, önde fırtına, kar ve tipi…
Etrafta Ermeni ve Urum çeteleri kol geziyordu.
Durup cenazeleri gömecek zaman
yoktu. Anaların, babaların, dedelerin,
nenelerin, küçücük yavruların cenazeleri kurda kuşa yem oluyordu.
Yollarda, analar yavrularını,
evlatlar babalarını kaybediyorlardı; O mahşer gibi kalabalık için bir daha bul
bulabilirsen…
Bir kayık bulup da deniz yolundan
çıkabilenler kendilerini şanslı sayıyorlardı. Çünkü kayıkların çoğu hükümet
eşyalarının ve memur ailelerini sevkine tahsis edilmişti.
Şubat fırtınalarında kayıkla
Karadeniz’e açılmak o kadar kolay değildi. Gündüzleri Karadeniz’de dolaşan Rus
gemilerine yakalanmamak için geceleri yol alıyordu istiabının üstünde yüklenmiş
muhacir kayıkları…
Umuda yolculuğa çıkmış olan
muhacir kayıkları bu zorunlu gece yolculuklarında fırtınaya yakalanıyor,
alabora oluyor, kayalıklara bindiriyor, bazen yoğun siste birbirleriyle
çarpışıyor, gidenler gidiyor, kalanlar yine yola devam ediyorlardı. Dudaklarda çoğu zaman dualar, arada bir de
acı bir muhacirlik havası:
Trabzon’dan çıktım başım selamet
Çavuşlu’ya geldik koptu kıyamet
Ey Allahım annem sana emanet
Muhacirlik şimdi de büküyor
belimi
Kafir Urus yaktı da yıktı evimi
Tırabzon’un etirafı meteriz
Meterizden telli gurşun atarız
Dör gardaşız bir orduya yeteriz
Muhacirlik şimdi de büküyor
belimi
Kafir Urus yaktı da yıktı evimi
Trabzon halk işte böyle muhacir
olmuştu. Urus Trabzon’a girdiğinde, hala sırtlarında döşekleri, ellerinde
sepetleri ile şehri terk etmeye çalışan muhacirler vardı ki bunlar Rus
arşivlerinden çıkan videolarında görülmektedir.
Arkaya kalan bu muhacirler,
muhtemelen sonuna kadar Rus işgaline direnen kahraman Of, Sürmene, Araklı,
Çaykara halkı olmalıdır.
Trabzon’un işgalinden bir gün
sonra 19 Nisan 1916 günü Rus torpidoları Vakfikebir’i bombalamış, üç muhacir
şehit olmuştur.
Aynı gün, Trabzon’dan gelip
batıya doğru giden bir muhacir kafilesi Vakfikebir sınırında bulunurken, Rus deniz topçusunun üzerlerine açtığı ateş
sonucu 182 muhacir feci şekilde şehit olmuştur. Kim bilir belki de “Çavuşlu’ya
geldiğinde kopan kıyamet” bu kıyamettir?
O kara günlerde o kadar çok yerde “kıyamet kopmuştur” ki bu kıyamet
hangi kıyamettir bilinmez.
Trabzon halkı işte böyle
felaketlerle boğuşa boğuşa batıya doğru ilerlemişti.
Sahilden Giresun, Ordu, Samsun,
Sinop hatta gücü yetenler İstanbul’a ulaşırken;
karadan gidenler, Merzifon, Çorum, Konya ve Ankara’ya kadar
yayılmışlardı.
Gittikleri yerde de, yollarda çektiklerine benze sıkıntılarla
karşılaşmışlardı. Açlık, yoksulluk, soğuk, salgın hastalıklar, itilip
kakılma…
Trabzon muhacirleri, felaketin
her türlüsüne göğüs gererek muhaceret döneminde ayakta kalma mücadelesi
veriyordu. Muhacirliği gelip geçecek bir süreç olarak kabul ediyor, bir gün
evine toprağına dönebileceğine olan inancını kaybetmiyorlardı.
Ruslar, kendilerine Boğazların kilidini açacak
anahtar olarak gördükleri Trabzon’u güçlükle de olsa işgal etmişlerdi. Şehir
içinde kayda değer bir mukavemet görmemişlerdi. Çünkü şehirdeki Müslüman sivil
halkın büyük bir kısmı muhacir çıkmıştı. Kalanlar da evlerine çekilmişti.
Yerli azınlığı oluşturan Rum ve
Ermeniler… Müslüman Trabzon halkının “gonşicuklarımız” (komşucuklarımız) diyerek asırlardır yan yana
evlerde oturduğu, düğünlerinde birlikte horon teptiği Rum ve Ermeniler, işgalci
Rus ordusunu sevinç gösterileriyle karşılamıştı. Rus askerlerine çiçekler serpmişlerdi.
İhanetleri bununla da kalmamış Uzun Sokak’ın başladığı yerden Kostaki’nin
Konağı’na(Bugünkü “Trabzon Şehir Müzesi”)kadar yerlere Türk Bayrağı
döşemişlerdi, Rus kumandanının atının ayakları altında çiğnensin diye…
Muhacir çıkanların günleri nasıl
kara ise muhacir çıkamayıp işgal sırasında Trabzon’un içinde kalanların günleri
de o kadar kara olmuştu. Trabzon’un ebediyen kendilerinin olacağını zanneden
Ruslar şehri kafalarına göre imar edeceklerdi. Bunun için insan gücüne ihtiyaç
duydukları için yerli halkın sempatisi çekmeye çalışıyorlar, çocuklara şeker ve
para veriyorlardı.
Fakat işlerin başına diktikleri
Ermeni ve Rumlar Türklere son derece merhametsiz davranıyorlardı.
Meşhur darb-ı meseldir: “Ayıdan
post, düşmandan dost olmaz” derler;
İşgalin başlangıcında Trabzon tam üç gün yağmalandı.
Evlerin kapılarının pirinç tokmaklarlına varıncaya kadar bakır, pirinç gibi
madeni ne varsa sökülüyor, mağazaların kilitleri kurşunlanarak açılıyor ve
içindekiler talan ediliyordu.
Yağmaladıkları eşyaları,
Rusya’ya götürmek üzere depolarda biriktirmişlerdi. Fetihten önce kilise olan Ortahisar Camii’nin
bahçesindeki “Hoşoğlan” mezarı diye bilinen mezarı açıldı ve topraktan
çıkarılan iskelet Rusya’ya götürüldü. Bu kemikler caminin mimarına aitti.
Ruslar, Trabzon’a gelir gelmez daha
önce kilise olup da fetihten sonra cami yapılmış olan yedi camide namaz kılmayı
yasakladılar.
Taksim’deki Meydan Mezarlığı’nın
başında bir sinema yaptılar.
Gülbaharhatun Türbesi’ni talan
ettilşer. Gülbahar Hatun’un sandukasının tarihi örtüsünü ve türbedeki sandığı aldılar.
Bugünkü Maraş Caddesi’ni açmak
bahanesiyle, Meydan’dan Ayasofya’ya doğru bütün Müslüman mahallelerini
yıktılar. Bu mahallelerdeki tarihi Türk evlerini yok ettiler. Trabzon’un yüksek
noktalarına top yerleştirmek için yol açmak üzere birçok Müslüman mahallesini
yerle bir ettiler.
Rusların Trabzon’u işgal etmiş
olmalarına rağmen Trabzon çevresinde Rus kuvvetlerine karşı direniş devam
ediyordu.
Mudur Dağı’nın güneyindeki
Boğalı’ya kadar gelen Ruslar, 20 Nisan 1916 günü bölgedeki türk milisleri
tarafından püskürtüldü.
Ruslar, Kalanima Deresi’nin
gerisindeki Türk kuvvetlerine iki alayla taarruz ettiler. Diğer taraftan
denizden asker çıkardılar. İki ateş arasında kalan Türk kuvvetleri geri
çekilmek zorunda kalmıştı. Akçaabat işgal edilince, Türk kuvvetlerinin bir
kısmı İskefiye’de savunma hattı oluşturdu. Bir kısmı ise güneye çekildi. Güneye
çekilenler, Tonya milislerinin desteği ile Rusları Karadağ-Haçka hatunda
durdurmuştu.
Kop cephesindeki 11. Kolordu’ya
bağlı tümenler, Trabzon’un güneyine sevk edilerek buradaki geçitleri tuttular.
Ruslar gece baskın yaparak
Hortokop’u ele geçirmeye çalıştılar fakat başaramadılar. 29 Nisan 1916’da Hıdırnebi Yaylası’na taarruz
eden Ruslar geri çekilmek zorunda kaldı. Bu arada bölgeyi çok iyi bilen
milislerimiz Ruslara gece baskını yaparak zayiat verdiriyorlardı.
Bu dönemde
Hıdırnebi, Dağönü, Uzungöl
vadisi, Haçka, Haldizen, Arpaözü, Zanha, Yoroz Burnu, Kurutepe, Şinek,
Karaaptal, Cifaruksa, Kaaradere, Horyan, Yılanlıkaya ve burada adını
sayamadığımız birçok mevkide Ruslarla kuvvetlerimiz arasında amansız
mücadeleler geçti. Bazılarında Ruslar püskürtüldü, bazılarında ise defalarca
hücuma kalktıktan sonra ancak o mevkii ele geçirebildiler.Bu mücadeleler
sırasında birçok şehit verildi. Yalnız Maçka Çataltepe’de şehit düşen Türk
askeri sayısı 70’tir.
Görüldüğü gibi Rusların Trabzon’u
işgal etmiş olmaları bölgeye tamamen hakim oldukları anlamına gelmiyordu. Rusların kara ordusunu deniz filolarından
bombardımanla destekledikleri ve Türk kuvvetlerinin Ancak iki ateş arasında kalınca
çekildikleri unutulmamalıdır. Kuvvetlerimizin yalnız Ruslarla değil aynı
zamanda Ermeni ve Rum çeteleriyle de savaştığını hesaba katmak gerekir.
Türk kuvvetleri batıya doğru
ilerleyerek Harşit Çayı’nın batı yakasına geçmiş ve Harşit Vadisi’nde mevzilenerek
savunma yapmak üzere Rusları beklemeye başlamışlardı. Ruslar, kuvvetlerimizin
direnişine rağmen ilerleye ilerleye Harşit Çayı’nın doğu yakasına gelmişlerdi.
Ne pahasına olursa olsun Urus,
Harşit Çayı’nı geçmemeliydi. Ordu ve Giresun ve Tirebolu, hem kendi halkını hem
doğudan sel gibi akıp gelen muhacirleri hem de askeri beslemek zorundaydı.
Oysa elde avuçta bir şey
yoktu. Ordu ve Giresun limanlarına gelen askeri erzak
ve mühimmat, kadınların ve henüz askerlik çağı gelmemiş erkek çocukların
sırtında taşınarak askere ulaştırılıyordu. Sırtta yok başta yok… Karınlar yarı
aç yarı tok… Giyecek bir çarık bile bulamayan ayaklar çıplak…
Kadınlar ve daha bıyıkları yeni
terlemeye başlamış erkek çocuklar, kendi ağırlıklarının birkaç katı
ağıtlığındaki cephane ve erzak sandıklarını Karadeniz’in engebeli arazisinde
kilometrelerce yolu yayan yürüyerek, tepeleri aşarak vadideki askere
ulaştırıyorlardı. Rüzgar, soğuk, yağmur demeden…
Bütün canlar, vatan için feda
edilmeye hazırdı. Kanın son damlasına kadar…
1917 yılının ilk aylarında
kuvvetlerimiz ani baskınlarla Ruslara hatırı sayılır kayıplar verdiriyorlardı.
Türk askerinin baskınlarından bunalan Ruslar, Türklerin saklanmaması için
Harşit Ormanlarını yakmaktan çekinmemişlerdi. Kara ordusuyla Türk kuvvetleri
,ile başa çıkamayan Ruslar deniz tayyareleri ile Tirebolu’yu bombalamışlardı.
Ruslar Harşit Çayı’nı
geçemeyeceklerini anlayınca yenilgilerinin acısını çıkarmak için Tirebolu’ya ve
Tirebolu halkına saldırdılar. Maria
zırhlısıyla bombardıman ederek Tirebolu’yu yakıp yıktılar.
Zulümle hiçbir memleket âbâd
olmaz. Rusya da olamamıştı. Epeydir içten içten kaynayan Rusya’da ihtilal
patlak vermişti. Ekim 1917 Bolşevik ihtilali, Rus cephelerini çözülmesine yol
açmıştı. 18 Aralık 1917’de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Erzincan
Anlaşması imzalandı. Ruslar, işgal ettikleri yerlerden çekileceklerdi.
Anlaşmaya rağmen Ruslar,
Trabzon’dan çekilmekte yavaş davranıyorlardı.
Üstelik Rus işgalinden kurtulan bölgeleri Rum ve Ermeni çeteleri işgal
ediyor ve işgal ettikleri yerde halka zulmediyorlardı. 18 Ocak 1918’de Pulathane’yi
işgal eden Rum ve Ermeni çeteleri, Müslüman halkı vahşice katletmişti.
Bu durumda Trabzon’u kurtarmak
için bir askeri harekât şart olmuştu. 12 Şubat 1918 günü Vehip Paşa
komutasındaki 3. Kafkas Ordusu, Trabzon’a bir harekat başlattı. Albay Kazım Bey
komutasındaki 37. Tümen, Giresun’daki 123. Alay ile takviye edilerek Trabzon’a
doğru yola çıktı.
14. Şubat 1918 günü Ruslar
Akçaabat’ı terk ederken kasabayı ateşe verdiler. Bu yangın en az üç gün
sürmüştür.
20 Şubat 1918 günü Vehip Paşa, 37. Kafkas tümeni
Komutanı Kazım Bey’e gönderdiği yazıda Trabzon2un üç gün içinde boşaltılması
talebini Ruslara bildirmesini istemişti.
Ancak buna mukabil Ruslar, üç
hafta müddet istediler. II. Kafkas
Ordusu Kumandanı Mirliva Yakup Şevki Paşa, III. Ordu Kumandanlığına Trabzon’a
cebren girmek gerektiğini bildiren bir yazı yazdı.
23 Şubat 1918 günü Vehip Paşa,
37. Kafkas Fırkası Kurmay Başkanı Mustafa Remzi Bey’e 24 Şubat’ta şehre
girilmesi emrini verdi.
37. Kafkas Fırkası, 24 Şubat 1918
günü Trabzon’a girdi. Böylece Trabzon’daki Rus, Ermeni ve Rum işgali sona ermiş
oldu.
Rus işgali yüzünden Trabzon’u
terk ederek batıya doğru muhtelif şehir ve kasabalara dağılmış olan Trabzonlu
muhacirlerden sağ kalmayı başarabilenler, kafileler halinde geri dönmeye
başladılar. İstanbul’dan Karadeniz’e sadece 20 günde bir vapur kalkıyordu. Kimi
vapurla, kimi kayıklarla, kimi de kara yolundan gittikleri gibi zahmetli bir
şekilde fakat bu defa evlerine dönüyorlardı.
Yollarda,
muhacir kaldıkları yerlerde yakınlarını kaybetmiş olanların sevinci buruktu.
Hemen her aile muhacirlikten birkaç kayıpla dönmüştü.
Muhacirlerin çoğu, giderken
sapasağlam bıraktıkları evlerini döndüklerinde yerinde bulamamışlardı.
Umut ve heyecanla döndükleri
topraklarında onları yine açlık, yoksulluk ve çetin şartlar bekliyordu. Trabzon
kurtulmuş olsa bile vatanın birçok köşesi hala düşman işgali altındaydı. Bütün
yurtta seferberlik vardı. Önde zor bir
“Kurtuluş Savaşı” bekliyordu.
Trabzon’un kurtuluşundan sonra en
önemli görev öğretmenlere ve doktorlara düşüyordu. Çünkü muhacirlikten
dönenlerin büyük bir kısmı hastaydı. Sıtma, frengi gibi önemli hastalıklardı
bunlar…
Muhacir çıkmadan önce okullarını
sağlam ve içindeki eğitim araç gereçlerini tam bırakmış olan öğretmenler
dönüşte hiçbirini yerinde bulamamışlardı.
Dönemin fedakar eğitimci ve
doktorları ellerindeki kısıtlı imkanlarla hizmet vermeye çalışıyorlar. Analar,
yavrularının karnını doyurmak için daha çok çalışmak zorundaydı. Eli silah
tutan babalar, ağabeyler ise kendi şehirlerinin kurtulması ile bir kenara
çekilmeyecek, bütün vatanı düşman işgalinden kurtarmak için Kurtuluş Savaşı’na
katılmak üzere cepheye gideceklerdi.
Başak Ayçin Büyükkurt / Dönmez
Kaynaklar:
Mehmet Akif Bal, Kronolojik
Trabzon Tarihi Kuruluşundan Günümüze Gün Gün Trabzon, İstanbul, 2013
Haşim Albayrak, I. Dünya
Savaşında Doğu Karadeniz Muharebeleri ve Of Direnişi, Genişletilmiş 3. Baskı,
İstanbul, 2010
Hikmet Öksüz-Veysel Usta, Mustafa Reşit Tarakçıoğlu Hayatı,
Hatıratı ve Trabzon’un Yakın Tarihi, Serander Yayınları
Mediha Kayra, Günümüz Türkçesine
çeviren Cahit Kayra, “Elveda Trabzon”, Dünya Kitapları No:379, 2005,
Mehmet Akif Bal, “Trabzon’un Rus
Donanmasınca Bombardımanı ve Bombardımanın Trabzon’a Etkileri”