KIŞIN HATIRLATTIKLARI
Kışın tam ortasındayız. Kuzey yarımküredeki diğer bölgelerle
birlikte ülkemizde de birçok yer beyaz örtüye büründü. Üç günden beri dışarıda
çocuklar kartopu oynuyorlar. Sokakta koşuşan çocukların sevinç çığlıklarına kar
üzerinde gıcırdayan ayak sesleri eşlik ediyor.
Bu sesleri dinledikçe yıllar öncesine gidiyorum. Elinde
neredeyse kendi ağırlığındaki kitap-defter dolu çantasıyla Kunduracılar
Caddesi’ndeki karlara bata çıka okuldan eve dönen o küçük kızı hatırlıyorum.
Önden bantlı kışlık siyah ayakkabılarının içindeki beyaz çoraplarının uçları
hafifçe nemlenmiş, siyah önlüğünün eteklerine beyaz kar taneleri serpilmiş,
çantasını tutan eli soğuktan donmuş… Anneannesinin açtığı kapıdan içeri girer
girmez yüzüne vuran sıcacık hava ile ısınmaya başladı bile… Oturma odası ile
birlikte kullanılan mutfaktaki kuzine sobada yanan fındıkkabuğunun çıtırtıları
havayı daha da ısıtıyor. Küçük kızın ilk işi parmak uçları nemlenmiş
çoraplarını çıkarıp üşümüş ayaklarını sobanın arkasına uzatmak oluyor. Islak
bir kedi yavrusu gibi sobanın arkasındaki mindere kıvrılıyor. Bir yandan da
üşüyen ellerini sobanın üzerine uzatarak ısıtmaya çalışıyor.
Gri kuzine sobanın içindeki fındıkkabukları çıtırdayarak
yanmaya devam ederken yaşlı anneannesi sobanın ön kapağını açarak bir-iki kürek
daha fındıkkabuğu ve iki tane iri odun daha atarak ateşi takviye ediyor.
Sobanın üzerindeki bakır güğümde bulunan su fıkırdayarak kaynamaya devam
ediyor. Onun yanında bir tencere çorba pişerken, dövme bakır tenceredeki pilav
demini alıyor. Elleri ve ayakları ısınmaya başlayan küçük kız anneannesinden
fırında közlenmiş patates istiyor. Yaşlı anneanne, merdiven altına açılan
kapıyı aralayarak hasır sepetten aldığı birkaç tane orta boy patatesi yıkadıktan
sonra kuzine sobanın fırınına atıveriyor. Fırının kızgın zeminine çarpan ıslak
patatesler “cozzz” diye sesler çıkarıyor. Elleri iyice ısınmış olan küçük kız
hala buz gibi kalmakta ısrar eden ayak parmaklarının uçlarını ovarak ısıtmaya
çalışıyor.
Kuzine sobanın fırınına atılmış olan patatesler arada bir
“çat”- “pat” diye sesler çıkararak pişmeye devam ediyor.
Biraz sonra küçük kızın anneannesi kuzine sobanın
fırınındaki közlenmiş patatesleri dışarı alarak bir sahana koyuyor. Sahanı
küçük kıza verirken patateslerin çok sıcak olduğunu ve ağzını yakmamaya dikkat
etmesini de tembihlemeyi unutmuyor.
Közlenmiş patates dolu sahanı elbezi ile tutarak iki elinin
arasına alan küçük kız, odanın penceresinin önüne koşuyor. Artık elleri de
ayakları da ısınmıştır.
Sahanı pencerenin içine yerleştirerek bir yandan közlenmiş
patates yerken bir yandan da dışarıda lapa lapa yağan karı seyrediyor. “Sıcak
odanın camından kar yağışını seyretmek ne kadar da güzel” diye aklından geçiriyor. Odanın penceresinin
baktığı evin taş avlusu karlarla kaplı. Oturma odasının penceresinin tam karşısındaki
kümeste horoz ve tavuklar geziniyorlar. “Acaba onlar da üşüyor mudur?” diye
soruyor kendi kendine... Sonra cevabı yine kendi buluyor:” Yok canım!
Üşüselerdi annem onları dışarıda bırakmazdı.” Hem hayat bilgisi kümes
hayvanlarının derilerinin yağ tabakası ile kaplı olduğunu ve kışın bu tabakanın
kuşlar üşümesin diye daha da kalınlaştığını öğrenmişti. Tavukların üşümediğini
bilmek onu rahatlatmıştı. Patateslerini bitiren küçük kız lapa lapa yağan karı
seyretmeye devam ediyordu. Bir ara gözü avlunun diğer tarafında bulunan yaz
mutfağının damına ilişti. Damın kırmızı kiremitleri bembeyaz karlarla
kaplanmıştı. Hatta damdaki rüzgâr gülü bile karla kaplıydı. Horoz şeklindeki
rüzgârgülü arada bir esen sert rüzgârla dönmeye çalışıyorsa da dam buzlu olduğu
için dönemiyor, sallanıp duruyordu. Küçük kız camın önündeki setin üzerinde
ayağa kalktı. Buğulanan cama bakarken annesi aklına geldi. Annesinin işten ev
dönmesine daha çok vardı. Babasının da... İkisini de çok özlemişti. Farkına
varmadan buğulanmış olan cama işaret parmağı ile resim çizmeye başlamıştı.
Dalgalı kısa saçlı, uzun boylu, burnu hafif kemerli bir profilden kadın resmi…
Ve uzun boylu, kıvırcık saçlı toplu burunlu bir adam resmi… Akşam üzeri eve geldiğinde minik elleri ile
babasına terliklerini verirken, babasının da köşedeki kestaneciden aldığı bir
kesekâğıdı dolusu közlenmiş sıcak kestaneyi şefkat dolu bakışlarla kendisine
uzatacağını biliyordu.
Özlemlerini bir tarafa bırakarak tekrar buğulanmış cama
yöneldi. Ufacık işaret parmağıyla camdan tuvaline çizmeye devam ediyordu.
Bacasından duman tüten bir kulübe, kulübenin önünden akan bir dere, koyunlar,
papatyalar, laleler, uçuşan kelebekler. Küçük kız buğu ile camdan bir tuvale hayallerini
çiziyordu.
KIŞ BAHÇELERİ
Dinmiş denizin şarkısı, rüzgâr uyumakta,
Rıhtım boyu sonsuz üzüntüyle karaltı.
Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,
Mazi gibi sislenmiş Emirgân, Çınaraltı.
Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden,
Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda.
Üstündeki son dallar ağarmış diye birden,
Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.
Yerlerde gezen hatıralar var korulukta,
Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.
Mehtaba çalan kül gibi benziyle ufukta,
Binlerce dalın verdiği tek meyve güneştir.
İçlenme tabiattaki bu yekpâre kederden,
Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler.
Faruk Nafiz
Çamlıbel
FOTOĞRAF: FATİH AKYOL |
FOTOĞRAF: SÜHEYLA PEKRU |