Powered By Blogger

Merhaba!

Başağın Huzur Köşesi'ne hoşgeldiniz. Dileğim, bloğumu bütün izleyenlerin, sayfalarımda huzur bulmasıdır.
Henüz yapım aşamasında olan bloğumda, ilerleyen zamanla birlikte, sizi gün boyu yaşadığınız streslerden uzaklaştıracak, aynı zamanda faydalı bilgiler kazanacağınızı umduğumbir dünyanın kapısı aralanacak.
Hep birlikte, kimi zaman gül bahçelerinde gezine ceğiz, kimi zaman, gurubu seyredeceğiz dalgaların beyaz köpük lerden güller saçtığı sahillerde...
Kimi zaman, türk şiirinin üstad larının mısralarına tutunarak, İstanbul'un ihtişamını bir başka tepeden seyredeceğiz, yorulduğumuzda Faruk Nafiz'in "Hanı"n da konaklayarak duvarlardaki yazıları şişesi is bağlamış bir lambanın ışığında okuyacağız.
Kimi zaman, bir ebru teknesinin üzerine eğilerek rengârenk hayallerimizi seyre dalacağız.
Bir kaç yüzyıllık bir yazma kitabın sayfalarına nakşedilmiş altınlar, kuyumcu vitrininde gördüklerimizden çok kamaştıracak gözlerimizi...
Minyatürlerin zaman tünelinden geçerek "Alice" gibi farklı bir dünyaya adım atacağız. Eski, yeni bir sürü kitabı yeniden keşfedeceğiz birlikte...
Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in hadisi şeriflerini okuyarak şerefleneceğiz, Mevlana'nın özlü sözleriyle tefekküre dalacağız, Yunus Emre'nin mısralarıyla bir kere daha öğreneceğiz dünyaya kavga için değil, sevgi için gel diğimizi...
Kimi zaman örgü örecek, dikiş dikeceğiz. Sevgiler!
































11 Haziran 2012 Pazartesi


ÖRÜMCEĞİN ÖYKÜSÜ

Yaslanın arkanıza!
Şimdi size son derece ibret verici bir hikâye anlatacağım.
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde…
Neyse sözü fazla uzatmayacağım. Biliyorum hepinizin zamanı dar ve kıymetli…
Küçük bir apartman dairesinde yaşlı bir çift yaşıyormuş.  Birbirine pek düşkün olan bu iki yaşlı insan, mecbur olmadıkça hiç birbirinden ayrılmazmış.
Bir gün yaşlı kadın, evinin banyosunu temizlerken kalorifer borusunun duvarla birleştiği köşede bir örümcek görmüş. Kadın duvarlara maşrapa ile su döktükçe örümcek önce irkiliyor, sonra da fayansın köşesine örmüş olduğu ağının incecik tellerine korkudan sıkı sıkı yapışıyormuş.
Allah(c.c.)’n bütün yaratıklarına merhametli bir gözle bakan yaşlı kadın duymasa da o anda örümceğin belki bir nokta büyüklüğünde olan kalbinin nasıl küt küt attığını hissedebiliyormuş.
Kadın önce “Acaba zehirli midir? Gece biz uyurken yanımıza kadar gelip bize zarar verir mi?” diye düşünerek telaşa kapılmış.
Ancak evinin başparmağı parmak bile olmayan bir köşeciğini kendisine yuva edinen örümceği öldürmeye gönlü razı olmamış.
Gürültüden kaçıp gitsin diye birkaç kere süpürgenin sapıyla duvara kuvvetlice vurmuş. İyice korkan örümcek, yuvasının iplerine daha da sıkı sarılmış. O zaman yaşlı kadın, örümceğin o incecik ve dayanıksız yuva içinde kendini ne kadar çok güvende hissettiğini anlamış. Banyonun o köşesini yıkamaktan vazgeçmiş. “Bir-iki gün sonra nasıl olsa kendiliğinden gider. O zaman temizlerim.” diye düşünmüş.
Yaşlı kadın banyonun o köşesini temizleyebilmek için her gün örümceğin yuvasının yakınlarına dikkatli bir şekilde su serpiyormuş. Her defasında, sudan irkilerek ağına daha sıkı yapışan örümceği görerek vazgeçiyormuş.
Sonunda yaşlı kadın örümceğin ölmedikçe yuvasını terk etmeyeceğini anlamış. “Bir örümceğin ömrü ne kadardır ki? Nasıl olsa ömrü bitince kendiliğinden ölecek. Orayı da o zaman temizlerim.” diye düşünerek örümceğe de yuvasına da dokunmamaya kesin karar vermiş.
Sonra ellerini açarak Rabbine: “Allahım! Bunu sen yarattın, ona rızık verdin, evimin bir köşesini yuva olarak verdin. Senin yarattığın, koruduğun ve kolladığın bir canlıyı öldürme hakkını ben kendimde nasıl görebilirim? Ancak onun zehirli olmasından ve bize zarar vermesinden korkuyorum. Sen bizi ondan gelmesi muhtemel zararlardan koru!” diye yakararak dua etmiş.
Artık her sabah elini yüzünü yıkarken örümceği orada mı diye bakıyormuş. Zamanla yaşlı kadının içinde örümceğe karşı merhameti de aşan, tıpkı kedilere ve köpeklere duyduğu gibi bir sevgi oluşmuş.
Böylece bir müddet geçmiş. Yaşlı çift ve örümcek aynı evde birbirlerine zarar vermeden yaşayıp gidiyorlarmış.
Bir gün yaşlı kadın fatura ödemek için eşini evde yalnız bırakarak sokağa çıkmış. Aynı gün içinde birkaç fatura ödediği için bir hayli zaman kaybetmiş. Ancak akşamüzeri eve dönebilmiş.
Sokağa girdiğinde ta uzaktan evin kapısının önünde polis arabasını ve ambulansı görmüş. “Eyvah! Ben yokken kocama bir şey olmuş. Acaba kalp krizi mi geçirdi? Ayağı bir yere mi takılıp düştü? Polis arabasının burada işi ne? Yoksa eve hırsız girdi de kocama bir kötülük mü yaptı?” diye telaşla evine koşmuş.
O da ne? Polisler hiç tanımadığı bir adamı ambulansa bindiriyorlar. Eşi ise polislere heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyor.
O sırada ambulans görevlilerinin: “Biz gerekli müdahaleyi yaptık. Adam yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. İsterseniz hemen kelepçeyi takın.” Dediğini duymuş.
Hep birlikte polis arabasına binmişler. Hep birlikte karakola gitmişler. Yaşlı kadının eşi karakolda, evde yalnızken eve hırsız girdiğini, kendisine bıçakla saldırdığını, tam bıçağı saplayacakken aniden hırsızın çığlık atarak kendi eline bir şamar indirdiğini ve öylece yere yıkıldığını, kendisinin de bunu fırsat bilerek polisi ve ambulansı aradığını heyecanla anlatıyormuş.
Hırsız tam olarak kendine gelince ifadesinde, tam bıçağı ev sahibine saplayacakken elinde korkunç bir acı hissettiğini, gayr-i ihtiyari kendi eline bir şaplak indirdiğini, bıçağın elinden düştüğünü ve bayıldığını anlatmış.
Yaşlı çift gece yarısına doğru karakoldan evlerine dönmüşler. Eşinin saldırıya uğradığı odaya giren kadın, hırsızın baygınlık geçirdiği yere dikkatli bakınca orada örümceğinin ölüsünü bulmuş. 

Yazan: Başak Ayçin Dönmez
Telif hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.

10 Haziran 2012 Pazar




GÜNAYDIN DOSTLAR!

Bugün size mutluluk üzerine bir kıssa anlatacağım. Hani şu hepimizin arayıp arayıp ta bir türlü bulamadığından şikayet ettiği mutluluk.
Hikayemizin adı: 
DÜNYANIN EN MUTLU ADAMININ GÖMLEĞİ

Bir varmış bir yokmuş. Çok eski zamanlarda, yaşadığı ülkenin en zenginlerinden biri olan bir adamın genç bir oğlu varmış. Gencin yediği önünde yemediği arkasında imiş. Fakat nedense her sabah uyandığında kendini çok mutsuz hissediyormuş. Akşama kadar amaçsız amaçsız oradan oraya dolaşıyor, akşam olduğunda uzandığı yatağında sabaha kadar gözüne bir uyku girmiyormuş. Öyle ki yemeden içmeden bile kesilmiş. Sonunda hastalanmış. 
Mutsuz gencin ülkede gitmediği hekim kalmamış. Sonunda bir hekim, gence; Dünyanın en mutlu insanın gömleğini giyerse iyileşebileceğini söylemiş. 
Çaresiz genç, bu defa dünyanın en mutlu insanını aramaya başlamış. Kime sorsa, ona kendisini mutsuz edecek bir şeylerden bahsediyormuş. Methini çok duyduğu yaşlı bir bilgeye danışmaya karar vermiş. 
Bilge, mutsuz gence, dünyanın en mutlu insanının komşu ülkede bir dağda çobanlık yaptığını söylemiş. Genç başlangıçta şaşırmış. Yaşlı bilge söze "Komşu ülkede..." diye söze başladığında, dünyanın en mutlu insanının komşu ülkenin kralı olduğunu söyleyeceğini zannetmiş.
Yaşlı bilgeden mutlu çobanın yaşadığı yerin yol tarifini alan mutsuz genç dünyanın en mutlu insanına ulaşabilmek için yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Sonunda yaşlı bilgenin söylediği dağa ulaşmış. 
Güneş te tam tepedeymiş. Bir bakmış; Kendi yaşlarında birbir genç bir ağacın gölgesinde keyifle kaval çalıyor, biraz ileride bir koyun sürüsü kendi halinde otluyor.
Genç, çobanın yanına yaklaşmış, selam verdikten sonra kendini tanıtmış, derdini anlatmış. Sonra dünyanın en mutlu insanı olduğundan emin olmak için çobana bazı sorular sormuş. Aradığının o genç olduğundan emin olunca,çobandan şifa için kendisine bir defalığına giymek üzere gömleğini vermesini istemiş. Çoban gençten özür dileyerek:
 "Sana yardım etmeyi çok isterdim ama benim gömleğim yok ki!" diye cevap vermiş.