Powered By Blogger

Merhaba!

Başağın Huzur Köşesi'ne hoşgeldiniz. Dileğim, bloğumu bütün izleyenlerin, sayfalarımda huzur bulmasıdır.
Henüz yapım aşamasında olan bloğumda, ilerleyen zamanla birlikte, sizi gün boyu yaşadığınız streslerden uzaklaştıracak, aynı zamanda faydalı bilgiler kazanacağınızı umduğumbir dünyanın kapısı aralanacak.
Hep birlikte, kimi zaman gül bahçelerinde gezine ceğiz, kimi zaman, gurubu seyredeceğiz dalgaların beyaz köpük lerden güller saçtığı sahillerde...
Kimi zaman, türk şiirinin üstad larının mısralarına tutunarak, İstanbul'un ihtişamını bir başka tepeden seyredeceğiz, yorulduğumuzda Faruk Nafiz'in "Hanı"n da konaklayarak duvarlardaki yazıları şişesi is bağlamış bir lambanın ışığında okuyacağız.
Kimi zaman, bir ebru teknesinin üzerine eğilerek rengârenk hayallerimizi seyre dalacağız.
Bir kaç yüzyıllık bir yazma kitabın sayfalarına nakşedilmiş altınlar, kuyumcu vitrininde gördüklerimizden çok kamaştıracak gözlerimizi...
Minyatürlerin zaman tünelinden geçerek "Alice" gibi farklı bir dünyaya adım atacağız. Eski, yeni bir sürü kitabı yeniden keşfedeceğiz birlikte...
Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in hadisi şeriflerini okuyarak şerefleneceğiz, Mevlana'nın özlü sözleriyle tefekküre dalacağız, Yunus Emre'nin mısralarıyla bir kere daha öğreneceğiz dünyaya kavga için değil, sevgi için gel diğimizi...
Kimi zaman örgü örecek, dikiş dikeceğiz. Sevgiler!
































1 Ağustos 2011 Pazartesi

ALTMIŞLI YILLARDA RAMAZAN GÜNLERİMİZ

ALTMIŞLI YILLAR
Çocukluğumun en güzel anılarıyla yüklü olan altmışlı yılların başı... Hatırladığım ilk Ramazan ayında, Trabzon'da Kemerkaya Mahallesi'nde, o zamanki Öğretmen Okulu'nun yanı başındaki sokakta üç katlı bir evde oturuyorduk. Annem çalışan bir hanım olduğu için tüm günümü birlikte geçirdiğim anneannemden geceleri de ayrılmıyor, en üst kattaki odada yer yatağında onunla birlikte uyuyordum. Annem ve babam Ramazan geceleri geç vakte kadar otururlardı. Bu arada annem taze olsun diye sahur için kayısı hoşafı, lavaş veya pilav pişirirdi. Sahura ilk önce anneannem kalardı. Tabii ben de onunla birlikte. Hatta bir gece ışıkları yakmadan merdivenlerden inmeye çalışırken düşmüş, Allah'tan kazayı hafif darbelerle atlatmıştı. Anaeannemden biraz sonra annem ve babam aşağı inerdi. Tam o sırada davulcu mani okuyarak penceremizin altından geçerdi. Henüz ilkokula bile başlamamıştım. Ancak: "Ben de yarı oruç tutacağım." diye tuttururdum. Sahurdan sonra annem ve babam, biraz uyumak üzere odalarına çıkarlardı. Zira daha uykularını alamadan işe gitmek zorunda idiler. Bir müddet sonra sabah ezanı okunurdu. Ben de anneannemle birlikte abdest almaya gider, o namaz kılarken onu taklit ederek namaz kılardım. Sabah namazı bittikten sonra anneannem küçük bir bohçaya sardığı Mushafı'nı koltuğunun altına koyar bitişik komşumuz Güller Teyzeye "seher mukabelesi"ne giderdi. Tabii ben de onunla birlikte... "Ben de mushaf süreceğim." der, ağabeyimin kalın ingilizce sözlüğünü bir mendile sararak koltuğumun altında tutardım. Mukabelede anneannemin yanına sığışır, başıma amcamın kızı Tülay ablamın İstanbul'dan anneme hediye olarak getirmiş olduğı kenarları iğne oyalı beyaz krep başörtüyü örterdim. Anneannemin beni tenbihlediği şekilde, mukabele boyunca hiç sesimi çıkarmaz, herkes mushafının sayfasını çevirince ben de çevirirdim. Mukabele bitince herkes elini açıp Fatiha okurken ben de okuyormuş gibi dudaklarımı kıpırdatırdım. Bu bütün Ramazan ayı boyunca böyle devam etmişti. Anneannem beni gündüzleri de başka mukabelelere dinlemeye götürürdü. Mukabeleye gideceğim diye sevincimden uçardım. Hele Ramazan ayının sonu geldiğnde yapılan hatim dualarının tadı bir başka oluyordu. Mukabele cemaatini oluşturan hanımlar hatim dualarına en güzel elbiselerini giyinmiş, en ağır oyalı başörtülerini örtünmüş olarak gelirlerdi. Genç hanımlar, yeni gelinler mücevherlerini takarlardı. Hatim duası nda mukabele evleri adeta bayram evlerini hatırlatırdı. Daha sonraki yıllarda Çarşı Mahallesi'nde bir eve taşındık. Mahallemizde seher mukabelesi okunmuyordu. anneannem gündüzleri yine mahallede bir mukabeleyi takip ediyor, eski mahallemizdeki komşularının mukabelelerine zaman zaman dinlemeye gidiyordu. Ben okula gittiğim için onunla gidemiyordum. Fakat her gece annemlerle birlikte sahura kalkıyordum. Önceleri öğlene kadar süren ufak tefek oruç denemelerim zamanla tamgün oruçlar halini almaya başlamıştı. Yine altmışlı yıllarda Ramazan'dan bir hafta - on gün kadar önce Babaannemin evinde, Cahide teyzem, Gülçin yengemin annesi Nebahat teyze ve komşularla toplanırdık. Gülçin yengem taşlığa örtü serer, temiz minderler koyar, siniyi oklavaları hazırlardı. İmeceye katılan herkes ununu getirirdi. Sonra hamurlar yoğrulur, yumaklar(bezeler) yapılarak tepsilerde biraz dinlendirildikten sonra yufkalar açılmaya başlardı. Gülçin yengemin taşlıkta yakmış olduğu odun ateşine arada bir biz çocuklar da üfleyerek ya da "kabukluk"tan (odunluk) çalı çırpı taşıyarak katkıda bulunurduk. Derken açılan yufkalar, sacın üzerinde bir bir kızarmaya başlardı. Tabii biz çocuklar (ben, Kadir, Erdinç, Birten) da çiğercinin önünde bekleyen kedi gibi ateşin başında beklerdik. Gülçin yengem, ilk pişen yufkaların içine tereyağı koyarak dürüm yapıp bize verirdi. Her pişen yufka diğerinin üzerine istiflenirdi. Pişirme işlemi bittiğinde yufkalar sayılır, herkes getirdiği unun miktarı ile orantılı sayıda yufkasını alır evine giderdik. Ramazan'da en az birere defa Gülçin yengemlerle karşılıklı birbirimize iftara giderdik. Annemle gülçin yengem o günlerde, mutlaka birlikte suböreği pişirirlerdi. Gülçin yengem hamuru yoğurur, annem açar, Gülçin yengem suya daldırıp çıkarır ve tepsiye serer, annem, tereyağını serperdi. Aralarında öyle güzel bir uyum vardı ki...
Ramazanda babam iftardan bir saat kadar önce eve eli-kolu dolu olarak gelirdi. Hemen koşar önce elindeki pideyi alırdım. Çünkü gazete kağıdına sarılmış olmasına rağmen fırınden yeni çıkmış olan pidenin elini yaktığını düşünürdüm. Sonra, annemle birlikte iftar soframızı kurardık. Tabii işin çoğunu ben yapardım. Çorbalarımızı da kaselerimize servis yaptıktan sonra, annem, babam, anneannem ve ben sofranın başına oturur, kulağımız Boztepe'den atılacak iftar topunda iftar saatini beklerdik. Çocukluğumun en tatlı anıları ile yüklü altmışlı yıllara selam olsun.